Blog – Doç. Dr. Murat Kanlıöz https://www.docdrmuratkanlioz.com Genel Cerrahi Uzmanı Tue, 10 Dec 2024 11:37:22 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.7.1 https://www.docdrmuratkanlioz.com/wp-content/uploads/2023/06/cropped-faviconn-32x32.png Blog – Doç. Dr. Murat Kanlıöz https://www.docdrmuratkanlioz.com 32 32 Fibromiyalji ve Kronik Yorgunluk Tedavisi https://www.docdrmuratkanlioz.com/fibromiyalji-tedavisi/ https://www.docdrmuratkanlioz.com/fibromiyalji-tedavisi/#respond Tue, 10 Dec 2024 11:31:09 +0000 https://www.docdrmuratkanlioz.com/?p=4084 Continue reading Fibromiyalji ve Kronik Yorgunluk Tedavisi]]> Fibromiyalji, vücudumuzun özellikle boyun, omuz, sırt ve bel bölgeleri başta olmak üzere, yaygın ve kronik ağrı ile karakterize yumuşak doku romatizmasıdır. Fibromiyalji ile birlikte kronik yorgunluk, depresyon, anksiyete, uyku bozukluğu, irritable bağırsak sendromu (IBS), bağırsaklarda aşırı gaz, dışkılama bozukluğu vb bulgular tabloya çoğunlukla eşlik eder.

Fibromyaljiyi tek başına bir hastalık olarak tanımlamaktansa, birçok belirtiyle birlikte ortaya çıkan bir sendrom olarak tanımlamak daha doğru olacaktır.

Fibromyalji ve beraberinde eşlik eden bulgular yaşam kalitesini bozmakla birlikte, hafıza ve dikkat bozuklukları, akademik başarıda gerileme, cinsel yaşamda mutsuzluk, iş verimliliğinde düşme vb birçok olumsuzluklarla birlikte seyretmektedir.

Fibromyalji tanısı, klinik bulgular ve yapılacak fizik muayene ile konulur. Hastalığın sebebi çoğunlukla ortaya konulamamaktadır. Fibromiyaljiye orta yaş kadınlarda daha sık rastlanır. Stresli, yoğun ve ağır iş yapanlarda fibromiyalji daha sık görülmektedir. Fibromiyaljiyi, yoğun spor aktiviteleri, ağır işler, soğuk ve nemli ortam da artırmaktadır. Buna karşılık hafif egzersizler, yürüyüş, sıcak ortam, yoga ve meditasyon fibromiyalji şikayetlerini azaltmaktadır.

Fibromyalji olgularında boyun, sırt, omuz, bel ve kalçada birçok bölgede hassasiyet noktaları vardır. Buralara yapılacak baskılar ile hastalar şiddetli ağrı hissederler. Ayrıca bu hastalarda sabahları ağrının daha yoğun olduğu gözlenir. Kaslarda sertlik sıklıkla izlenir ve buna bağlı olarak oturdukları yerden kalkarken ciddi zorlanırlar ve ağrı duyarlar. Fibromiyalji ile birlikte izlenen bir başka bulgu ise sık tekrarlayan kas kramplarıdır. Eşlik eden bir başka bulgu ise bu hastalarda soğuk ve sıcağa karşı duyarlılığın normal bireylere göre çok daha fazla olmasıdır. Uyku bozukluğu, unutkanlık, öğrenme güçlüğü, anksiyete, uyum bozukluğu, mutsuzluk ve kronik depresyon da FİBROMİYALJİ ile birlikte görülmektedir.

Fibromiyalji hastalarında yapılan laboratuvar analizlerde SERATONİN ve DOPAMİN seviyelerinin normalden daha düşük olduğu tespit edilmiştir. Bu bulgular bizi bağırsaklara yöneltmektedir.

Sindirim sistemi florasındaki bozukluklar (SİBO, Disbiyozis) bağırsak sağlığını bozmakta, sindirim, sentez ve emilim fonksiyonlarında bozukluklara neden olmaktadır. Seratonin ve Dopamin üretiminde bağırsaklarımız önemli yer tutmaktadır. Sağlıksız bağırsak florasına sahip kişilerde Seratonin ve Dopamin üretiminde yaşanan aksaklıklar FİBROMYALJİ oluşumunda bağırsak sağlığının bozulmasının önemini ortaya koymaktadır.

Geçirgen Bağırsak Sendromu ile birlikte ZONULİN adlı proteinin bağırsaklardan çok daha yoğun kaybedilmesine bağlı olarak sinir ileti bozuklukları, depresyon, bilişsel bozukluklar izlenmektedir. Aynı bulgular FİBROMİYALJİ olgularında da görülmektedir.

Fibromiyalji, otoimmün bir hastalık olarak kabul edilmez. Fakat tüm fibromiyalji olgularına başta ‘’Sindirim Sistemi Flora Bozukluğu’’ ve buna bağlı gelişen ‘’Geçirgen Bağırsak Sendromu’’ sıklıkla eşlik etmektedir. Bazen ‘’Geçirgen Bağırsak Sendromu’’unun ilk bulgusu olarak FİBROMİYALJİ görülür.

‘’Geçirgen Bağırsak Sendromu’’ otoimmünitenin başlamasındaki en kritik eşiklerden biridir. Bağırsakların ‘’Seçici Geçirgenliğini’’ kısmen veya tamamen yitirmesi ile birlikte bağırsaklardan kan dolaşımına kontrolsüz bir şekilde giren sindirimi tam gerçekleşmemiş makromoleküllerin, toksinlerin, patojen mikropların vs yok edilmesi için ‘’T lenfosit’’ olarak bildiğimiz kandaki savunma sistemi elemanları bunları yok etmeye çalışır. Fakat bağırsaklardaki seçici geçirgenliğin bozulmasının uzun süre devam etmesi durumunda yorulan ve koordinasyonunu kaybeden ‘’T lenfositler’’ vücudumuzun kendi dokularının bir kısmını da yabancı veya zararlı olarak algılayarak yanlışlıkla vücudumuzdaki dokulara da saldırmaktadır. İşte bu duruma OTOİMMÜNİTE ve bu şekilde ortaya çıkan hastalıklara da OTOİMMÜN HASTALIKLAR demekteyiz. Herhangi bir otoimmün hastalık oluştuktan sonra diğer otoimmün hastalıkların ortaya çıkması daha hızlı olmaktadır. Yani bir başka deyişle bir otoimmün hastalık oluştuktan sonra ek otoimmün hastalıklar açısından donimo taşlarının birbiri ardısıra devrilmesi gibi süreç yaşanmaktadır.

Geçirgen Bağırsak Sendromuna eşlik eden bulgular, fibromiyaljiye eşlik eden bulguları ve daha fazlasını kapsamaktadır. Bundan dolayı FİBROMYALJİ olgularında altta yatan sebep olarak ‘’Geçirgen Bağırsak Sendromu’’ mutlaka akılda tutulmalıdır. Her fibromiyaljinin nedeninin Geçirgen Bağırsak Sendromu olduğu söylenemez. Fakat tüm Geçirgen Bağırsak Sendromu olgularının hemen hemen tamamında FİBROMYALJİ izlenmektedir.

Fibromiyaljiye bağlı olarak uyku kalitesinin bozulması ve derin uyku periyodunun çok sınırlı olması sonucunda kişiler uzun süre uyusalar bile yeterli derin uyku süresi yaşamadıkları için uykusuz ve yorgun olarak güne başlayacaklardır. Fibromiyaljinin derin uykuya dalmayı zorlaştırması neticesinde KRONİK YORGUNLUK kaçınılmaz bir sonuç olarak karşımıza çıkar. Kronik yorgunluğa bağlı olarak motivasyon düşüklüğü, dikkat eksikliği, öğrenme güçlüğü, akademik başarının düşmesi, depresyon, anksiyete, adet düzensizliği ve cinsel isteksizlik izlenmektedir.

Fibromiyalji ve kronik yorgunluğu olan hastaların ‘’Geçirgen Bağırsak Sendromu’’ açısından değerlendirilmesi, gaitanın mikrobiyal analizinin yapılması, tanının doğru konulması ve tedavinin doğru planlaması açısından son derece önemlidir. Eğer altta yatan FLORA HASARI ve buna sekonder gelişen Geçirgen Bağırsak Sendromu, SİBO veya Disbiyozis varsa sağlıklı flora yeniden tesis edilmeden fibromiyalji ve kronik yorgunluğun tedavi edilmesi mümkün değildir.

Hali hazırda fibromiyalji tedavisi için hastalara analjezik (ağrı kesici), antienflematuar ilaçlarla birlikte antidepresanlar verilmektedir. Fizik tedavi uygulamaları, sıcak uygulaması, masaj tedavileri de yapılmaktadır. Tüm bunlara ilave olarak psikolojik danışmanlık önerilmektedir. Bu tedaviler tamamen semptomları (bulguları) azaltmaya yöneliktir ve ömür boyu uygulanması gerekir. Fakat fibromiyalji olan hastalarda, sindirim sistemi flora hasarı olduğu tespit edilirse bunun FLORA NAKLİ yöntemi ile restorasyonunun sağlanması ile fibromiyalji ve kronik yorgunluk ömür boyu kalıcı olacak şekilde tedavi edilebilir.

TÜM FİBROMİYALJİ OLGULARININ ÖNCELİKLE ‘’FLORA HASARI’’ YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ SON DERECE ÖNEMLİDİR. Eğer flora hasarı varsa tek seansda yapılacak FLORA NAKLİ ile FİBROMİYALJİ tedavi edilmiş olur. FLORA NAKLİ tedavisi ile yalnızca fibromiyalji ve kronik yorgunluk tedavi edilmeyip aynı zamanda eşlik eden tüm bulgular da tedavi edilmiş olur (Depresyon, anksiyete, dikkat eksikliği, cinsel isteksizliklik, uyku bozukluğu vb.).

Doç Dr Murat KANLIÖZ

Genel Cerrahi Uzmanı

Fibromiyalji Belirtileri Nelerdir?

Fibromiyalji belirtileri vücudun belirli noktalarında hassasiyet ve ağrı olarak kendini gösterir. Daha çok bel ve boyunda oluşan ağrının yanı sıra omuz, dirsek, diz ve ellerde de ağrı oluşabilir. Hastalarda ayrıca gerilim tipi baş ağrısı da görülebilir.

Fibromiyalji, genel kas ağrıları ve vücuttaki belirli noktalarda kronik ağrı ile karakterize bir yumuşak doku romatizmasıdır. Hastalığa yorgunluk, uykusuzluk, depresyon gibi çeşitli fiziksel ve psikolojik belirtiler de eşlik eder. Toplumun yaklaşık %3’ünde görülen fibromiyalji sendromuna kadınlarda daha sık rastlanır.

Fibromiyalji, kas-iskelet sisteminde ortaya çıkan hassasiyete bağlı olarak, kas ve eklem ağrılarına neden olan, yorgunluk, uyku, hafıza ve ruh hali sorunları gibi semptomlar ile karakterize kronik bir rahatsızlıktır.

Fibromiyalji nasıl geçer?

Fibromiyalji Nedir? Belirtileri Nedenleri ve Tedavisi

Fibromiyaljinin kesin bir tedavisi yoktur. İlaçlar, fizik tedavi ve yaşam tarzı değişiklikleri ağrıları yönetmeye yardımcı olabilmektedir. Kas romatizması, vücutta kalıcı bir hasara neden olmaz. Ancak yakınmaları en aza indirmek için kasları ve eklemleri güçlü tutmak önemlidir.

Fibromiyaljiyi ne tetikler?

Fibromiyalji Nedenleri

Stres, kaygı, depresyon, ağır çalışma temposu, aşırı egzersiz yapmak, rutubetli ve soğuk ortam, uyku bozuklukları, uzun süre bilgisayar kullanımı gibi birçok durumla ilişkilidir.

Fibromiyalji eğer ilaç tedavileri ve fizik tedavi uygulamaları ile tedavi edilmezse kişinin yaşam kalitesi düşmekte ve ağrıları ömür boyu devam edebilmektedir, depresif bozukluklara neden olarak kişinin depresyona eğilimi artarak derinleşmektedir.

Fibromiyalji (Kas Romatizması) Nedir? Belirtileri Nelerdir?

Fibromiyalji, kas iskelet sisteminin romatizmal bir hastalığıdır. Hastalık, tüm vücuda yayılmış genel bir ağrı ile karakterizedir. Her yaş grubundaki kişiyi etkileyebilen fibromiyalji en sık orta yaş grubundaki kadınlarda görülür.

Fibromiyalji Nedir?

Fibromiyalji ya da fibromiyalji sendromu, vücutta yaygın ağrıya neden olan kronik bir rahatsızlıktır.

Fibromiyalji, hastalarda çok sayıda belirtinin görülmesine neden olabilir. Her hastada görülen semptomlar değişik olmakla birlikte, en sık karşılaşılan fibromiyalji semptomları şöyledir:

  • Yaygın Ağrı: Fibromiyaljinin en tipik belirtisidir. Hastalarda tüm vücuda yayılmış genel bir ağrı hissedilir. Ağrının yaygın kabul edilebilmesi için vücudun her iki tarafını da etkilemesi ve hem bel altında hem de bel üstünde hissedilmesi gerekir. Fibromiyaljide ağrı özellikle sırt, boyun gibi bölgelerde yoğunlaşabilir. Fibromiyalji ağrısı birkaç ay devam eden zonklayıcı, sızlayıcı tarzda bir ağrı olabilir.
  • Katılık: Fibromiyalji hastalarında uzun süre aynı pozisyonda kaldıktan sonra tutulma, katılık gibi durumlar ortaya çıkabilir. Bu durumlar nedeniyle hareket kısıtlılığı meydana gelebilir. Örnek olarak, bu hastalar sabah yataktan kalkmakta zorlanabilir, yemekten sonra masada kalkarken problem yaşayabilir.
  • Aşırı Hassasiyet: Fibromiyalji hastalarında ağrıyakarşı duyarlılık artabilir. Hastalar normalde ağrı hissedilmeyecek kadar hafif durumlarda dahi ağrı hissedebilir. Yine hastalarda küçük travmalar sonrası oluşan ağrının süresi uzayabilir.
  • Kas Krampları: Hastalar, kas kasılması sırasında ağrı ve hassasiyet hissedebilir.
  • Yorgunluk: Yorgunluk, fibromiyalji hastalarında sık karşılaşılan belirtiler arasındadır. Yorgunluk şiddeti hastadan hastaya değişiklik gösterebilir. Bazı hastalarda hafif bir yorgunluk görülürken bazılarında ise günlük işleri yapmayı engelleyecek kadar şiddetli bir durum söz konusu olabilir.
  • Uyku Kalitesinde Bozulma: Hastalarda uyku kalitesinde ciddi bir düşüş gözlenebilir. Hastalar uykuda yeterli süre geçirse bile dinlenememiş, yorgun halde uyanabilir. Bu durumun sebebi uykuda vücudun yenilenmesini sağlayan dinlendirici ‘derin uyku’ süresinin fibromiyalji nedeniyle kısalmasıdır. Uyku kalitesi bozulan hastalar gün içerisinde dikkat dağınıklığı, odaklanamama, halsizlik, enerji azlığı gibi durumlarla karşılaşabilir.
  • Bilişsel Sorunlar: Fibromiyalji hastalarında; düşünme, öğrenme, hafıza oluşturma gibi bilişsel yeteneklerde problemler görülebilir. Hastaların zihin yapısı puslu, bulanık olarak adlandırılabilecek bir durumda olabilir. Hastalardaki bilişsel bozukluklar; hatırlamada sorun, yavaş konuşma gibi sorunların meydana gelmesine yol açabilir.
  • Aşırı Sıcak veya Soğuk Hissetme: Fibromiyalji, vücut sıcaklığının ayarlanmasında soruna neden olur. Bu nedenle hastalar normal bir sıcaklığı dahi çok soğuk veya çok sıcak olarak algılayabilir.

Fibromiyalji hastalığı, bazı diğer rahatsızlıklarla beraber görülebilir. Fibromiyaljinin sıklıkla birlikte görüldüğü hastalıklar şu şekilde sıralanabilir:

  • Kronik baş ağrısı
  • Depresyon
  • Anksiyete
  • İrritabl Bağırsak Sendromu (Huzursuz Bağırsak Sendromu)
  • Ağrılı Mesane Sendromu
  • Dismenore (Ağrılı adet görme)
  • Huzursuz Ayak Sendromu

Fibromiyalji Neden Olur?

Fibromiyaljiye neden olan sebepler henüz tam olarak aydınlatılamamış olsa da hastalık gelişiminde rol oynadığı düşünen çeşitli mekanizmalar vardır. Bunlar:

Sinir Sistemindeki Değişimler: Ağrı, vücuttaki bazı özelleşmiş sinir hücreleriyle ilgili bölgeden beyne iletilir. Bu iletim çeşitli moleküller aracılığıyla gerçekleşir. Moleküllerin cinsinde ya da konsantrasyonunda meydana gelen değişimler fibromiyaljiye neden olabilir.

Hormon Düzeylerindeki Değişimler: Ağrı iletiminde ve beyinde ağrı işlenmesi sürecinde görev alan pek çok farklı hormon vardır. Bu hormonların seviyelerindeki değişimler hastalık gelişimi açısından önem arz edebilir. Örneğin fibromiyalji hastalarında serotonin, noradrenalin, dopamin gibi hormonların düzeylerinin normale göre düşük olduğu belirlenmiştir. Bu hormonlar ağrının yanı sıra uyku, iştah, davranış, ruh hali gibi çok sayıda olay üzerinde de etkilidir. Dolayısıyla hastalardaki hormon değişimleri ağrıya ek olarak farklı belirtilerin de oluşmasına yol açar.

Genetik: Bazı kişilerin fibromiyalji hastalığı gelişimine yatkın olduğu düşünülmektedir. Hastalığın bazı ailelerde kümelenme göstermesi, hastalık gelişiminde genetik alt yapının önemli rol oynayabileceğini düşüdürtür.

Fibromiyalji gelişiminde pek çok faktör etkili olabilir. Hastalarda fibromiyalji ataklarının görülmesine neden olan faktörler vardır.

Bu tetikleyici faktörler:

  • Travma
  • Enfeksiyon
  • Enfeksiyon
  • Ağır cerrahi operasyon geçirmek olarak sıralanabilir.

Fibromiyalji Noktaları Nelerdir?

Fibromiyaljide, hastaların vücudunda çeşitli noktalara bası uygulandığında ağrı oluşumu gözlenir. Bu noktalara hassas noktalar (tender points) denir. Bu noktalar hastanın vücudunda sağ tarafta 9 adet ve sol tarafta 9 adet olmak üzere toplamda 18 tanedir. Simetrik yerleşimli olan bu noktalar, hastalığa özgü bir özellik olarak değerlendirilir.

Fibromiyalji noktaları yanı hassas noktalarının bulunduğu yerler:

  • Ense (oksiput)
  • Trapezius (sırtın üst bölgesi)
  • Supraspinatus (trapezius noktası ile birlikte kürek kemiğinin vücut ortasına yakın kısmı)
  • Gluteal (kalçanın üst dış bölgesi)
  • Büyük trokanter (üst bacağın kalçayla birleştiği yerde dış bölgede)
  • Boyun
  • İkinci kaburga (köprücük kemiğinin kaburgalarla birleştiği noktanın hemen altı)
  • Dirsek (iç ve yan kısım)
  • Diz (iç kısım)

Hassas noktalar, fibromiyaljiye benzer tarzda ağrıya neden olan hastalıkların fibromiyaljiden ayrılmasında kullanılır. Hassas noktalara uygulanan bası sonucu hastada ağrı oluşuyorsa, bu durum tanıda fibromiyaljiyi öne çıkarır.

Hassas noktalar, geçmişte fibromiyalji tanısında daha sık kullanılmış olsa da günümüzde tanı için farklı yöntemler geliştirilmiştir. Günümüzde fibromiyalji tanısı için vücut geneline yayılmış, 3 aydan uzun süren ve altta yatan başka bir nedenin bulunamadığı durumlar yeterli olur.

Fibromiyaljinin Tedavisi Nasıl Yapılır?

Fibromiyaljiyi tamamen ortadan kaldıracak kesin bir tedavi yoktur. Fibromiyalji tedavisinde temel amaç hastanın semptomlarını hafifletmek, günlük yaşamında karşılaştığı sorunları en aza indirmek ve yaşam kalitesini artırmaktır.

Fibromiyalji tedavisi için ilaçların yanı sıra çeşitli terapiler de yarar sağlayabilir. Fibromiyalji hastalarının hayatına olumlu katkıda bulunabilecek terapiler:

Fiziksel Terapi: Hastanın esnekliğini, gücünü geri kazanmasında fiziksel tedaviler oldukça yararlı olabilir. Su bazlı havuz terapileri gibi alternatifler de fiziksel terapi için tercih edilebilir.

Ergoterapi: Terapist eşliğinde yapılan bu terapi sayesinde kişi çeşitli görevleri vücudunda aşırı stres oluşturmadan yapmayı öğrenebilir.

Psikolojik Danışmanlık: Hastanın fibromiyaljinin neden olduğu zorluklarla başa çıkabilmesi için psikolojik danışmanlığa başvurması yararlı olur.

Fibromiyalji hastaları ilaç tedavisi ve terapilerin yanı sıra günlük yaşamda yapacağı bazı uygulamalarla yaşam kalitesini artırabilir. Sağlıklı beslenmek, düzenli egzersiz yapmak, stres yönetimi mekanizmalarını kullanmak, uyku kalitesini artıracak girişimlerde bulunmak gibi uygulamalar; hastanın hem fibromiyalji ile başa çıkmasını kolaylaştırır hem de daha sağlıklı bir yaşam sürmesini sağlar.

Fibromiyalji tamamen ortadan kaldırılamasa da uygun tedavi girişimleriyle hastanın hayatında ciddi bir iyileşmeye neden olur. Bu nedenle fibromiyalji şüphesi taşıyan kişilerin donanımlı bir sağlık merkezine başvurması faydalı olur.

]]>
https://www.docdrmuratkanlioz.com/fibromiyalji-tedavisi/feed/ 0
Multiple Skleroz ile Geçirgen Bağırsak Sendromu İlişkisi https://www.docdrmuratkanlioz.com/multiple-skleroz-ile-gecirgen-bagirsak-sendromu-iliskisi/ https://www.docdrmuratkanlioz.com/multiple-skleroz-ile-gecirgen-bagirsak-sendromu-iliskisi/#respond Mon, 04 Nov 2024 08:54:12 +0000 https://www.docdrmuratkanlioz.com/?p=4079 Continue reading Multiple Skleroz ile Geçirgen Bağırsak Sendromu İlişkisi]]> Multiple Skleroz ile Geçirgen Bağırsak Sendromu İlişkisi

Multiple Skleroz (MS), beyin ve omurilikte sinir hücrelerinin etrafını saran ‘’Miyelin’’ kılıfında dejenerasyon sonrasında ortaya çıkan bir hastalıktır. MS, otoimmün bir hastalıktır. MS hastalığı relaps (atak) ve remisyonlarla (ataksız dönem) seyreden, çoğu zaman progresif (ilerleyici) niteliktedir. MS hastalığını otoimmün olduğu bilinmekle birlikte kesin sebebi ortaya konulamamıştır. Otoimmünite nedeniyle vücudumuzun savunma sistemi bileşenlerinden ‘’T Lenfositlerin’’ sinir sistemimizdeki MİYELİN kılıflara saldırarak demiyelinizasyona sebep olması MULTİPLE SKLEROZ hastalığını ortaya çıkarır. Genetik faktörlerin rolü kesin olmamakla birlikte aile içi birikimler de gözlenmektedir. Hastalığa kadınlarda erkeklerden daha sık rastlanır. Çoğunlukla 20-40 yaş arasında başlar, sindirim sistemi problemleri ve diğer otoimmün hastalıklar eşlik edebilir. Beyaz ırkta daha sık görülür. Sıcak coğrafyalarda Kuzey Avrupa’ya oranla daha az gözlenir.

Denge bozukluğu, çift görme, vücudun bir yarısında uyuşma ve güç kaybı en sık rastlanan bulgulardır.

Tanısı muayene ve manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ile konulur.

Multiple Sklerozun tanımlanmış kesin tedavisi yoktur. Yapılan tüm tedaviler atak (relaps) sayısını ve şiddetini azalmaya yöneliktir. Kullanılan ilaçlarla ‘’OTOİMMÜNİTE’’ baskılanmaya çalışılır. Fakat kullanılan ilaçlar otoimmüniteyi baskılamakla birlikte, sindirim sistemi florasında oluşturabileceği hasar potansiyeli ve buna bağlı otoimmüniteyi tetikleyecek giriş kapısı oluşturma riskine de sahiptir.

Otoimmünite NEDİR?

Vücudumuzun savunma sisteminin KOORDİNASYONUNU kaybetmesi ile birlikte kendi doku ve organlarımızdaki hücreleri ‘’ZARARLI’’ ‘’YABANCI’’ ve sonuçta tehdit olarak algılaması ve bu hücreleri yok etmek üzere kronik olarak saldırarak doku hasarına sebep olması OTOİMMÜNİTE olarak adlandırılır.

Savunma Sistemimiz Koordinasyonunu Niçin Kaybeder?

Beyaz kan hücreleri olarak bildiğimiz gruptaki savunma sistemi bileşenlerinden biri de ‘’T Lenfositlerdir’’. T lenfositler kan dolaşımımıza dışarıdan giren zararlı maddeler ve mikropları yok etme fonksiyonuna sahiptirler.

Kan dolaşımı ile dış dünya arasında birtakım bariyerler vardır. Bunlar sindirim sistemi mukozası, üst solunum yolları, cildimiz, dış kulak yolu ve göz mukozasıdır. Besin ögeleri, ilaçlar, zehirler, mikroplar ancak bu bariyerlerden birini aşarak kan dolaşımına ulaşabilir. Kan dolaşımına ulaştıktan sonra da tüm vücuda yayılabilir.

Tüm bu bariyer noktaları seçici geçirgen özelliğe sahiptirler. Birçok sebeple bu bariyerlerdeki seçici geçirgenliğin kısmen veya tamamen bozulması sonrasında, kan dolaşımına geçmemesi gereken zararlı maddeler (mikroplar, makro moleküller vb) kan dolaşımına geçmeye başlar. Bu geçiş kısa süreli olacak olursa herhangi soruna sebep olmaksızın tablo kendiliğinden düzelir. Fakat kontrolsüz geçiş kronik hal alacak olursa savunma sistemimiz bir süre sonra aşırı yoğunluk nedeniyle yorulacak ve sonrasında koordinasyonunu kayberek, kan dolaşımına giren zararlı maddelerle birlikte kendi doku ve organlarımızı oluşturan hücreleri de ZARARLI-YABANCI olarak algılayıp oralara da saldıracaktır. Ve böylece OTOİMMÜN süreç başlayacaktır.

Otoimmün Sürece Erken Müdahale Niçin Önemlidir

Otoimmün hasar çoğunlukla ilerleyici ve geri dönüşsüz niteliktedir. Otoimmün bir hastalık oluştuktan sonra diğer otoimmün hastalıkların oluşması için zemin hazırlamakta ve süreci hızlandırmaktadır.

Otoimmün Süreç Nasıl Yavaşlatılabilir veya Durdurulabilir?

Otoimmüniteye sebep olan bariyer hasarı restore edilerek otoimmün süreç yavaşlatılabilir veya tamamen durdurulabilir. Otoimmün süreci başlatan en önemli giriş kapısı sindirim sistemi bariyer hasarı sonrası seçici geçirgenliğin bozulmasıdır.

Sindirim Sistemi Bariyer Hasarı Nasıl Oluşur?

Sindirim sistemimiz, mukoza olarak adlandırdığımız  tek sıralı ‘’iç deri’ tabakası ile kaplıdır. Ağızdan itibaren tüm sindirim sistemi boyunca mukoza tabakasını oluşturan hücreler arasından ilaçlar, su, mineraller, vitaminler ve sindirimi gerçekleşmiş gıdalar (karbonhidratlar, proteinler ve yağlar) geçerek kan dolaşımına ulaşırlar. Tüm mukoza tabakasının temel özelliği ‘’SEÇİCİ GEÇİRGEN’’ olmasıdır. Mukoza tabakasını oluşturan hücrelerden GOBLET hücreleri ‘’MUKUS’’ adı verilen jelimsi, sümüksü bir salgı oluşturur ve bu salgı tüm mukozayı bir film tabakası gibi kaplar. Mukus sayesinde dışarıdan sindirim sistemimize aldığımız maddeler ve sindirim sistemi salgılarımızın mukoza ile direkt teması engellenmiş ve bu sayede bunların yıpratıcı etkilerinden korunmuş olur.

Tüm sindirim sistemi boyunca mukozanın seçici geçirgen özelliğinin ve sürdürülebilir mukus üretiminin korunmasında binlerce çeşitlikte SİNDİRİM SİSTEMİ FLORASINA ihtiyaç vardır.

Flora Nedir?

Vücudumuzun bazı bölgelerinde bizimle birlikte yaşayan, bize zarar vermeyen, bulunduğu bölgenin dış etkilere karşı ilk mikrobik savunma hattını oluşturan, bölgenin nemlilik, asidite ve biyokimyasal fonksiyonlarına doğrudan veya dolaylı katkısı olan faydalı, binlerce çeşit mikropla birlikte yaşarız. Bunlar çoğunlukla bakteri, virüs ve mayalardan oluşur. Bunların tamamı FLORA olarak adlandırılır. Vücudumuzda flora barındıran alanlar cilt, sindirim sistemi, üst solunum yolları, dış kulak yolu, göz ve genital bölgelerdir.

Sindirim Sistemi Florası Nedir?

Tüm sindirim sistemi boyunca yerleşik olan floramızdır.

Sindirim Sistemi Floramız Olmazsa Ne Olur?

Sindirim sistemimiz dış etkenlere açık hale gelerek mikrobik saldırılara karşı direnci olmaz. Flora olmaz ise her bir bölgenin asidite, nemlilik, sentez ve sindirim fonksiyonları gerçekleşemez. Flora aynı zaman mukus üretimde de son derece önemlidir. Mukus olmadığı zaman mukoza dış etkilere açık hale gelir, bütünlüğü bozulur ve seçici geçirgen özelliğini yitirir. Seçici geçirgenliğin bozulması otoimmünite gelişmesindeki en önemli aşamadır.

Seçici Geçirgenliğin Bozulmasındaki Temel Problem Nedir?

Sindirim sisteminde seçici geçirgenliğin bozulmasındaki en kritik aşama sindirim sistemi florasının biyoçeşitliliğinin azalması veya tamamen yok olmasıdır.

Flora Biyoçeşitliliği Nedir?

Sindirim sistemimizi bir fabrika ve her bir flora çeşidini de bir mühendislik branşı olarak düşünebiliriz. Bir fabrikada ne kadar fazla çeşitlilikte mühendislik dalı ve teknik sınıf varsa o fabrikadan o kadar kaliteli ürün çıkacaktır. Bizim de floramızı oluşturan her bir çeşidin son derece özel fonksiyonları vardır. Flora biyoçeşitliliğimiz ne kadar zengin ve kaliteli olursa o kadar kaliteli fonksiyonlara sahip oluruz. Kaliteli ve yüksek biyoçeşitliliğe sahip sindirim sistemi florası UZUN, KALİTELİ, SAĞLIKLI yaşam için olmazsa olmazdır.

Flora Olmazsa Ne Olur?

Flora olmadan yaşam olmaz.

Multiple Sklerozda Flora Hasarı Varsa Nasıl Düzeltilebilir?

Multiple Skleroz olan hastalara yapılan sindirim sistemi mikrobiyal analizi sonucunda FLORA HASARI ve GEÇİRGEN BAĞIRSAK SENDROMU tespit edilirse yapılacak FLORA NAKLİ ile sindirim sistemi florası yeniden tesis edilebilir. Yapılacak FLORA NAKLİ başarılı olur ve tekrar sağlıklı flora oluşur ise bağırsakların seçici geçirgenliği sağlanabilir ve bu şekilde otoimmün süreç yavaşlatılabilir veya tamamen ortadan kaldırılabilir.

Flora Nakli Nedir?

Yapılacak muayene ve laboratuvar analizleri sonrasında sağlıklı ve biyoçeşitliliği yüksek bağışçı DONÖR adayları belirlenir. Belirlenen donör adaylarının bilgilendirme sonrası işlem için onamları alınır. Genel anestezi altında endoskopik ve kolonoskopik olarak 25-45 ayrı anatomik alan her biri bölgenin özelliklerine uygun solüsyonlarla lavaj yapılarak alınan flora örnekleri ayrı ayrı kaplarda muhafaza edilir. Alınan flora örnekleri birtakım işlemlerden geçirildikten sonra yine genel anestezi altında endoskopik ve kolonoskopik olarak hastanın eşdeğer anatomik alanlarına nakledilir.

Tedavi başarı oranları iyi eşleştirilmiş hasta ve donör olması koşuluyla %85’ler civarındadır. Yapılan işlem olağanüstü bir şey olmaması koşuluyla ömür boyu kalıcıdır.

Flora Nakli, otoimmün süreci durdurma ve Multiple Skleroz hastalığının tedavisinde önemli bir gelişmedir.

Flora Nakli ile ilgili klinik çalışma sonuçlarımızı makale haline getirerek CUREUS adlı Amerikan Tıp dergisinde yayınladık. Makaleye aşağıdaki linkden ulaşabilirsiniz.

https://www.cureus.com/articles/115546-total-gastrointestinal-flora-transplantation-in-the-treatment-of-leaky-gut-syndrome-and-flora-loss#!/

]]>
https://www.docdrmuratkanlioz.com/multiple-skleroz-ile-gecirgen-bagirsak-sendromu-iliskisi/feed/ 0
Hızlı Yaşlanma Nedir ve Nasıl Oluşur? https://www.docdrmuratkanlioz.com/hizli-yaslanma-nedir-ve-nasil-olusur/ https://www.docdrmuratkanlioz.com/hizli-yaslanma-nedir-ve-nasil-olusur/#respond Thu, 05 Sep 2024 16:39:09 +0000 https://www.docdrmuratkanlioz.com/?p=4072 Continue reading Hızlı Yaşlanma Nedir ve Nasıl Oluşur?]]> Geçirgen Bağırsak Sendromunda Niçin HIZLI YAŞLANMA Olur

Hızlı Yaşlanma Nedir ve Nasıl Oluşur?

Vücudumuzu oluşturan tüm doku ve hücrelerin beslenmesi ve optimal düzeyde kaliteli fonksiyon gerçekleştirmesi için gerekli besin ögelerine ve oksijene ihtiyacı olduğu gibi, atık ve zararlı maddelerin de dokulardan hızla tahliye edilmesi gerekir. Ayrıca zarar verebilme potansiyeline sahip maddelerin de (zehirler, patojen mikroorganizmalar, sindirimi tam gerçekleşmemiş makro moleküller) dokulara ulaşmaması gerekir. Bu şartların bozulduğu tüm durumlarda dokuların ömrü kısalır ve insanlar daha HIZLA YAŞLANIR. Bu durumların tamamı HIZLI YAŞLANMA olarak adlandırılabilir.

Hücrenin, dokunun ve tüm organizmanın yaşam süresini belirleyen temelde iki faktör vardır. Bunlar yaşam süresinin uzun ve kaliteli olmasına katkı sağlayan faktörler ve yaşam süresinin kısa ve kalitesiz olmasına sebep olanlar şeklinde özetlenebilir.

Yaşam Süresinin Uzun ve Kaliteli Olmasına Katkı Sağlayan Faktörler:

  • Sağlam genetik alt yapı
  • Spontan vajinal yolla, travmasız ve zamanında doğmak
  • En az bir yıl anne sütü almak
  • Kaliteli floraya sahip, kalabalık ailede büyümek
  • Kaliteli, dengeli, doğal beslenmek ve temiz su tüketmek
  • Mikrobik travmaya minimal maruz kalmak
  • Antibiyotik ve kortikosteroid ile minimal temas etmek
  • Uzun süre hastanede kalmamak ve majör cerrahi geçirmemek
  • Endüstriyel kirleticilerden uzak yaşamak (Radyasyon, ağır metal, kirli hava vb.)
  • Spor yapmak ve aktif yaşam sürmek
  • Aşırı beslenmemek ve obez olmamak
  • Tarım kimyasallarından uzak durmak (pestisit, herbisit vb.)
  • Sigara, alkol ve uyuşturucudan uzak durmak
  • Yoğun stresten uzak durmak

Yaşam Süresinin Kısa ve Kalitesiz Olmasına Sebep Olan Faktörler:

  • Kötü genetik alt yapıya sahip olmak
  • Sezaryenle doğmak, erken doğmak veya doğum esnasında yaşanan komplikasyonlar
  • Anne sütünü altı ay ve daha kısa süre almak
  • Kalitesiz floraya sahip bir ailede veya kalabalık olmayan bir ailede büyümek
  • Yetersiz, dengesiz ve endüstriyel gıdayla beslenmek
  • Temiz ve kaliteli içme suyuna ulaşamamak
  • Çok fazla mikrobik hastalık geçirmek
  • Çok fazla ve uzun süreli antibiyotik veya steroid kullanmak
  • Uzun süre hastanede kalmak ve majör cerrahi geçirmek
  • Uzun süre ağızdan beslenmenin durduğu dönemler yaşamak
  • Endüstriyel kirleticilere uzun süre muhatab olmak (Radyasyon, ağır metal, kirli hava vb.)
  • Hareketsiz yaşam sürmek
  • Aşırı beslenmek ve obez olmak
  • Tarım kimyasalarına uzak süre maruz kalmak (pestisit, herbisit vb.)
  • Sigara, alkol ve uyuşturucu kullanmak
  • Yoğun stres

Hızlı Yaşlanma sıklıkla ERKEN YAŞLANMA olarak bildiğimiz hastalık ile karıştırılmaktadır. Hutchinson-Gilford veya ERKEN YAŞLANMA hastalığı olarak da bilinen PROGERIA, LMNA genindeki bir mutasyon nedeniyle çocuğun hızla yaşlanmasına sebep olan genetik bir hastalıktır. Fakat HIZLI YAŞLANMADA genetik bir bozukluk yoktur.

İnsanlar için gerekli olan gıdalar ağız yolu ile alınıp sindirimi gerçekleştikten sonra çoğunlukla bağırsaklardan emilerek kan dolaşımına ve kan dolaşımı sayesinde tüm vücuda dağılır. Gıdaların haricinde ikinci en önemli ihtiyaç OKSİJENDİR. Oksijen ve gerekli gıdalar dokulara yeterli miktarda ulaşamadığı, ulaşmaması gereken maddelerin ise dokulara ulaştığı veya atık ürünleri etkin bir şekilde vücuttan uzaklaştırılamadığı durumlarda dokular ve sonuçta tüm organizmada beklenen ömür süresi kısalır ve aynı zamanda kısalan ömrün kalitesi de düşer.

Bizim buradaki konumuz olan Geçirgen Bağırsak Sendromunun HIZLI YAŞLANMA üzerindeki etkilerini incelemektir.

Geçirgen Bağırsak Sendromu ile HIZLI YAŞLANMA arasındaki ilişkileri daha iyi anlamak için bazı tanımlamaları yapmak gerekir.

 Geçirgen Bağırsak Sendromu Nedir?

Bağırsaklarımızın emilim yüzeyinin özelliği, sindirimi tam olarak gerçekleşmiş gıdaların emilimini gerçekleştirmesidir. Yenilen içilen her şey bağırsaktan emilerek kan dolaşımına geçemez. Vücudumuz için gerekli olan, vücudumuza zarar vermeyecek, sindirimi tam olarak gerçekleşmiş besin ögeleri bağırsaklardan emilebilir, biz buna bağırsaklarımızın SEÇİCİ GEÇİRGEN özelliği diyoruz. Bağırsak emilim yüzeyinde hasara neden olarak bağırsaklarımızn seçici geçirgen özelliğini yitirmesi ile giden birçok hastalık vardır, bunların genel adı GEÇİRGEN BAĞIRSAK SENDROMU’dur.

 Bağırsaklarımız Hangi Durumda Seçici Geçirgen Özelliğini Kaybeder?

Bağırsaklarımızın emilim yüzeyi tek sıralı hücre tabakasına sahip MUKOZA (iç deri) ile kaplıdır. Mukoza tarafından salgılanan MUKUS olarak adlandırılan jelimsi bir salgı tüm mukozayı bir film tabakası gibi kaplar. Bu sayede bağırsak içi maddeler (gıdalar, sindirim enzimleri vb.) ile direkt teması engellenerek mukoza korunur. Mukus tabakası olmayınca veya zayıflayınca bağırsak içeriği ile temas sonrası mukoza zarar görür ve beraberinde emilim yüzeyi hasarına bağlı olarak bağırsakların hasar gören bölgelerinde SEÇİCİ GEÇİRGENLİK kısmen veya tamamen ortadan kalkar ve kan dolaşımına istenmeyen, geçmemesi gereken (zehirler, mikroplar, sindirimi tam gerçekleşmemiş gıdalar vb.) maddeler geçmeye başlar ve GEÇİRGEN BAĞIRSAK SENDROMU ortaya çıkar.

Bağırsaklarımızda Seçici Geçirgenlik Bozulursa Ne Olur?

Bağırsaklarımızın seçici geçirgen özelliği bozulursa, normalde bağırsaklardan kan dolaşımına geçmemesi gereken birçok şey kan dolaşımına geçmeye başlar. Kan dolaşımındaki savunma hücrelerimiz olan ‘’T lenfositler’’ bunları yabancı-zararlı olarak algılayıp yok etmeye çalışır. Fakat geçiş kronik hal alıp savunma sistemimizin baş edebileceği seviyenin üzerine çıktığında, T lenfositlerdeki neyin yabancı-zararlı olduğu algısı bozularak vücudumuzun kendi dokularını da yabancı-zararlı olarak algılamaya başlar ve kendi dokularımıza da saldırmaya başlar. Savunma sistemimizin kendi doku ve organlarımıza saldırması ve harabiyet oluşturmasına OTOİMMÜNİTE denir. Bu şekilde oluşan hastalıkların tamamına da OTOİMMÜN HASTALIKLAR denir. İşler bu aşamadan sonra daha farklı bir boyut kazanır.

 Otoimmünite Nedir?

Çoğunlukla dış kaynaklı saldırılar sonrası savunma sistemimizin yorularak ve koordinasyonunu kaybederek, vücudun bazı dokularını da yanlışlıkla yabancı ve zararlı olarak algılayarak onlara kronik bir şekilde saldırması ile oluşturduğu hastalıkların tamamına OTOİMMÜN HASTALIKLAR ve tüm yaşanan bu sürece OTOİMMÜNİTE denir.

Otoimmün Hastalıklar Nelerdir?

Binlerce otoimmün hastalık vardır. Bunlardan en çok bilinenleri Romatoid Artrit (eklem romatizmaları), GUT Hastalığı, Otoimmün Dermatitler, Behçet Hastalığı, Haşimato Troiditi, Otoimmün Over Kistleri, Sedef Hastalığı, Vitiligo Hastalığı, İBS, Crohn Hastalığı, Ülseratif Kolit, Otoimmün Kolitler, Diyabet Hastalığı, Gıda Alerjileri, Alerjik Rinit, Alerjik Astım, Gül hastalığı vb.

Otoimmünite Tedavisi Niçin Önemlidir?

Herhangi otoimmün hastalığı olan kişilerde diğer otoimmün hastalıklar çok daha kolay gelişir. Adeta zincirleme reaksiyon gibi. Bundan dolayı otoimmün sürecin bir an önce tedavisi önemlidir.

Flora Nedir?

Bizimle birlikte yaşayan, bize zarar vermeyen, aynı zamanda birçok faydası olan (savunma, sindirim, sentez, nemlilik, asidite düzenlemesi vb.) tek hücreli, çoğu bakteri, virüs ve mayalardan oluşan canlılarla birlikte yaşarız. Bunların tamamı FLORA olarak adlandırılır. Vücudumuzun bazı bölgeleri (deri, sindirim sistemi, göz, üst solunum yolu vb.) FLORA barındırır. Bulunduğu bölgeye göre (sindirim sistemi florası, genital bölge florası vb.) isimlendirilirler.

Sindirim Sistemi Florası Nedir?

Ağızdan anüse kadar tüm sindirim sistemi boyunca yerleşmiş faydalı mikroorganizmaların tamamına SİNDİRİM SİSTEMİ FLORASI denir. Binlerce çeşitliliktedir. Ne kadar fazla biyoçeşitlilik barındırırsak sindirim sistemi o kadar rahat, etkili ve verimli olarak çalışır.

Mukoza tarafından üretilen mukusun korunmasında ve sürdürülmesinde her bir bölge için farklı, binlerce çeşitlilikte, kütlesel olarak ise trilyonlarla ifade edilebilecek sayıda, tek hücreli, bize zarar vermeyen, dış mikrobik saldırılardaki ilk defans mekanizmamızı oluşturan, sindirim, sentez ve sinir iletim fonksiyonları da olan tek hücreli canlılarla birlikte yaşarız. Bunların tamamının genel adı SİNDİRİM SİSTEMİ FLORA’sıdır.

Sindirim Sistemi Floramız gün içerisinde defalarca yenisi yapılarak ve ömrünü doldurmuş olan flora elemanları doğal yolla süpürülerek DIŞKI (gaita) olarak atılır. Gaita hacmimizin %60-70’i ölü veya canlı flora atıklarından oluşur.

Sindirim Sistemi Florasının Görevi Nedir?

Sindirim sistemi florasının görevi bulunduğu bölgenin nemlilik ve asiditesine katkıda bulunmak, mukus üretimine, korunmasına ve sürdürülebilirliğine katkı sağlamak, mikrobik saldırılara karşı ilk savunma hattını oluşturmak, bölgenin enzimatik ve kimyasal fonksiyonlarına katkıda bulunmak, sindirim sisteminin nöral ileti fonksiyonlarını gerçekleştirmede aracı olmaktır.

Flora Biyoçeşitliliği Niçin Önemlidir?

Sindirim sistemimizi büyük ve komplike bir fabrikaya benzetecek olursak, her bir flora biyoçeşitliliğini de özel beceri gerektirir mühendislik-ustalık alanı olarak değerlendirebiliriz. Bir fabrikanın ne kadar fazla özel yeteneğe sahip mühendisi-ustası varsa o fabrikadan o ölçüde kaliteli ürün çıkacaktır. Sindirim sistemimizdeki BİYOÇEŞİTLİLİK de aynen böyledir. Biyoçeşitliliğimiz ne kadar fazla ise o ölçüde SAĞLIKLI, MUTLU, KALİTELİ ve UZUN bir ömür yaşarız.

Flora Nasıl Zenginleştirilir?

Mevcut floramız, florası zengin kişilerle yakın temasla, floramızı koruyacak ve güçlendirecek şekilde beslenmeyle ( doğal, zirai ilaç kalıntılarından uzak vb.), gereksiz antibiyotik kullanmayarak, endüstriyel bölgelerden uzak durarak, temiz ve sağlıklı ürünler tüketerek (doğal probiyotikler vb.) zenginleştirilebilir.

Flora Nasıl Kazanılır?

Flora ana rahminde kazanılmaya başlar. Bundan sonraki en önemli süreç doğum şeklidir. Sezaryenle doğanlarda ömürleri boyu asla kazanamayacakları floradan yoksun doğacak ve  yaşayacaklardır. İçine doğulan ailelenin genişliği, çok yakın temasta bulunduğu kişilerin florası, beslenme kültürü ve yeterliliği, geçirilen hastalıklar, yapılan tedaviler vb. birçok faktör flora kazanılmasında etkilidir.

Flora Olmazsa Ne Olur?

Flora olmazsa YAŞAM OLMAZ.

Geçirgen Bağırsak Sendromunda Niçin HIZLI YAŞLANMA Olur?

Geçirgen bağırsak sendromunun başlamasını tetikleyen temel olgu ilgili bölge florasının zayıflaması, biyoçeşitliliğinin azalması veya tamamen ortadan kalmasıdır. Floradaki hasar ile birlikte bağırsağın seçici geçirgenliğinin bozulması çoğunlukla paralel seyreder. Flora hasarına bağlı olarak mikrobik saldırılara daha açık, enzimatik fonsiyonları bozulmuş, sentez kabiliyeti azalmış, nemliliği sağlamada yetersiz, asiditenin stabilitesinin bozulduğu SAĞLIKSIZ bir bağırsak ortaya çıkar. Bunlara bağlı olarak daha fazla patojen mikrobik saldırı ile birlikte sindirim problemleri ve sonuç olarak tüm besin ögelerinin emilim problemleri gözlenecektir. Dokuların gerekli besin ögelerinden yoksun kalmasına bağlı olarak gerekli fonksiyonlarını gerçekleştiremediği gibi doku ömrü de azalacak ve buna bağlı HIZLI YAŞLANMA süreci gerçekleşecektir.

HIZLI YAŞLANMAYI Yavaşlatmak veya Durdurmak Mümkün mü?

Geçirgen Bağırsak Sendromuna bağlı gelişen HIZLI YAŞLANMA sürecini yavaşlatmak veya tamamen durdurmak mümkün olabilir. Tüm geçirgen bağırsak sendromu olguları sindirim sistemi flora hasarı ile tetiklendiği için öncelikle sindirim florasını yeniden tesis etmek gerekir. Tabii ki Geçirgen Bağırsak Sendromuna neden olan ek başka faktörler de varsa bunların da ortadan kaldırılması veya tedavi edilmesi gerekecektir. Sindirim sistemi flora hasarı 6 aydan fazla süreden beri devam ediyorsa, bu aşamada yapılacak tek ve etkin tedavi olan FLORA NAKLİ yapılarak sağlıklı florayı yeniden tesis etmektir.

Flora Nakli Nedir?

Muayene ve yapılacak laboratuvar analizler sonrasında, kaliteli ve biyoçeşitliliği yüksek floraya sahip en az bir flora bağışçısından, genel anestezi altında, endoskopik ve kolonoskopik olarak, yaklaşık 30-45 ayrı anatomik alan, her biri farklı solüsyonlarla, endoskopik lavaj yöntemi ile bağışçıdan alınan flora örnekleri ayrı ayrı çalışılıp birtakım süreçlerden geçirilerek hazırlandıktan sonra, hasta kişiye yine genel anestezi altında, endoskopik ve kolonoskopik olarak floranın ekilmesi işlemine FLORA NAKLİ denilmektedir. Flora Nakli tek seansda yapılır ve ömür boyu kalıcıdır.

Flora Nakliyle ilgili klinik deneyimlerimizi makale haline getirerek akademik, hakemli, prestijli Amerikan Tıp dergisi olan CUREUS’da 2022’de yayınladık. Makalemiz bu alandaki en kapsamlı ilk makale olup, refarans niteliğindedir. Makaleye ulaşmak için aşağıdaki linki tıklayabilirsiniz.

https://www.cureus.com/articles/115546-total-gastrointestinal-flora-transplantation-in-the-treatment-of-leaky-gut-syndrome-and-flora-loss#!/

Doç Dr Murat Kanlıöz

Genel Cerrahi Uzmanı

 

 

 

]]>
https://www.docdrmuratkanlioz.com/hizli-yaslanma-nedir-ve-nasil-olusur/feed/ 0
Anemi ve Geçirgen Bağırsak Sendromu İlişkisi https://www.docdrmuratkanlioz.com/anemi-ve-gecirgen-bagirsak-sendromu-iliskisi/ https://www.docdrmuratkanlioz.com/anemi-ve-gecirgen-bagirsak-sendromu-iliskisi/#respond Fri, 30 Aug 2024 09:15:46 +0000 https://www.docdrmuratkanlioz.com/?p=4067 Continue reading Anemi ve Geçirgen Bağırsak Sendromu İlişkisi]]> Kansızlık (Anemi), Geçirgen Bağırsak Sendromundan (Leaky Gut Syndrome) Kaynaklanabilir

Kansızlık Nedir?

Anemi ve Geçirgen Bağırsak Sendromu İlişkisi : Anemi, halk arasındaki adıyla ‘’Kansızlık’’, kanı oluşturan bileşenlerden eritrositlerin/alyuvarların oranın azalması veya eritrositlerdeki işlevsel birim olan  ‘’Hemoglobulin’’ miktarının azalması olarak tanımlanır.

Kan Nedir?

Başta sindirim ve solunum sistemi aracılığı ile vücudumuza giren besin, ilaç ve oksijenin, ihtiyaç duyulan bölgelere atar damar (arter) ağı sistemi ile taşınmasını, dokularda oluşan atık ürünlerin ise toplar damar (ven) ağı sistemi ile bertaraf edileceği bölgeye sevkini sağlayan, akışkan, kırmızı renkte ve içerisinde birçok bileşeni barındıran sıvıya KAN denir.

Kanı oluşturan şekilli temel ögeler; Alyuvarlar (eritrositler), Akyuvarlar (lökositler) ve Trombositlerdir (kan pulcukları).

Alyuvarlar, akciğerlerden dokulara oksijen taşınmasını ve dokularda oluşan karbondioksitin akciğerler aracılığı ile atılmasını sağlar.

Akyuvarlar, vücudumuzun savunma sistemini oluştururlar.

Trombositler, kanamanın durdurulmasını sağlarlar.

Anemi Niçin Oluşur?

Anemi oluşum sebeplerini üç başlık altında toplayabiliriz:

  • Alyuvar üretimi için gerekli besin ögelerinin eksiklikleri (Demir, Vit B12, Folik Asit vb.)
  • Alyuvarların yapısal bozukluklarına bağlı olarak kısa ömürlü olmaları (çoğunlukla genetik kaynaklı hastalıklar, FMF vb.)
  • Kanama ile oluşan kayıplara bağlı anemiler.

Alyuvarların ortalama ömrü 120 gündür. Yapısal bozukluğa sahip hücrelerin ömürleri daha kısadır.

Alyuvarlar, başlıca kemik iliğinde,  dalakta ve karaciğerde üretilir. Ömrünü dolduran alyuvarlar ise dalak sayesinde sistemden uzaklaştırılır.

Anemi hastalığının en efektif tedavi edilebilir kısmını besin ögelerinin eksikliklerine bağlı gelişen anemiler oluşturur. Besin ögeleri eksikliğine bağlı anemilerde de Demir, Folik Asit ve Vit B12 gibi hemoglobulin üretimi için gerekli maddelerin yetersiz alımı veya bağırsaklardan emilimi ile ilgili problemler vardır. Emilim veya emilim için gerekli maddelerin eksikliği yoksa eksik olan kısmın takviyesi ile ANEMİ kolay ve kalıcı bir şekilde tedavi edilebilir. Fakat emilim ve emilim için gerekli maddelerin eksikliğinden kaynaklı ANEMİLERİN tedavisi bu kadar kolay olmamaktadır. İşte bu gruptaki anemiler genellikle uzun süreli ve bir başka deyişle KRONİK ANEMİLER olmaktadır ve tedavileri daha zordur.

Anemi Niçin Önemlidir? Tedavi Edilmezse Ne Olur?

Vücudumuzdaki tüm dokuların ve organların aralıksız olarak ihtiyaç duyduğu OKSİJEN’in akciğerlerden alınarak dokulara taşınması, dokularda oluşan atık ürün olan KARBON DİOKSİT’in dokulardan alınarak atılmak üzere akciğerlere taşınmasındaki tek aracı ALYUVARLAR ve bunun içerisindeki işlevsel birimi HEMOGLOBULİN’dir.

Eğer kansızlık (anemi) olursa vücudumuzdaki tüm dokulara yetersiz oksijen gideceğinden ve oluşan atık ürün olan karbondioksit uzaklaştırılamayacağından dolayı, doku ve organların fonksiyonunda yetersizlikler ve bozukluklar oluşur. Bu durum tüm vücut fonksiyonlarını etkiler. Vücudun anemi nedeniyle oksijensiz kalmasına bağlı olarak KALBİMİZ daha fazla çalışarak aradaki açığı kompanse etmeye çalışır. Buna bağlı olarak ANEMİ ilk ve öncelikli olarak KALBİMİZİN yükünü artırarak başta taşikardi (nabzın artması), Kardiyomegali (kalp büyümesi) ve buna bağlı birçok kalp hastalığının oluşmasına sebep olur.

Anemi çocuklarda büyüme ve gelişme geriliği, beyin fonksiyonlarının zayıflığı, öğrenme güçlüğü başta olmak üzere birçok hastalığı tetikler.

Aneminin, Geçirgen Bağırsak Sendromu İle İlişkisi Nedir?

Aneminin, Geçirgen Bağırsak Sendromu ile ilişkisini anlayabilmek için bazı tanımlamalara ihtiyaç vardır.

Geçirgen Bağırsak Sendromu (GBS) Nedir?

Bağırsaklarımız en temel özelliklerinden birisi Seçici Geçirgen özelliğe sahip olmasıdır. Birçok sebepten dolayı bağırsaklarımızın Seçici Geçirgen özelliği, geçici veya kalıcı olarak bozulabilir. Bağırsaklarımızın emilim yüzeyinin müsaade ettiği şeyler bağırsaklardan emilerek kan dolaşımına ve bu sayede organ ve dokulara taşınır. Bağırsaklarımızın Seçici Geçirgen özelliğinin bozulması ile normalde bağırsaklardan kan dolaşımına geçemeyecek bağırsak içerikleri de kan dolaşımına geçmeye başlar (sindirimi tam gerçekleşmemiş ürünler, toksinler, mikroplar, makro moleküller vb.). Bu tabloyu oluşturan hastalıkların tamamına verilen genel isim Geçirgen Bağırsak Sendromudur (Leaky Gut Syndrome).

Geçirgen Bağırsak Sendromu (Leaky Gut Syndrome) Başlığı Altında İncelen Hastalıklar Nelerdir?

Geçirgen Bağırsak Sendromu başlığı altında incelenen belli başlı hastalıklar, Ülseratif Kolit, Crohn Hastalığı, Non-Spesifik Kolit, İrritable Bağırsak Sendromu (IBS), Çölyak Hastalığı, Laktoz İntoleransı, Çölyak Benzeri Hastalık, Laktoz İntoleransı Benzeri Hastalık, Kronik İshal vb.

GBS Başlığı Altındaki Hastalıklarda, Bağırsakların Seçici Geçirgenliği Nasıl Bozulur?

Yukarıda sayılan ve GBS başlığı altında değerlendirilen tüm hastalıklarda geçirgenliğin bozulması, bağırsak emilim yüzey hasarı sonucunda oluşur.

Bağırsaklarımızın iç yüzeyi kıvrıntılı (villus ve mikrovillus) yapıya sahip olup, bağırsak lümenine bakan yüzeyi tek katlı, iç deri olarak tabir edebileceğimiz, MUKOZA olarak adlandırılan yapı ile kaplıdır. Mukozayı oluşturan tüm hücreler birbirlerine çok sıkı bir şekilde bağlantılıdır. Sindirimi gerçekleşmiş gıdalar bu emilim yüzeyindeki hücreler arasından geçerek kan dolaşımına ulaşırlar. Bu hücrelerin birbirine sıkı bir şekilde bağlantısını sağlayan ZONULİN adlı bir proteindir. Ağızdan anüse kadar tüm sindirim sistemi boyunca mukoza tabakası içerisinde bazı özel hücre grupları olan ve GOBLET hücreleri olarak adlandırılan hücrelerden salgılanan ve tüm MUKOZA tabakasını bir film tabakası gibi kaplayarak, bağırsak içeriği ile mukozanın direkt temasını engelleyen MUKUS olarak adlandırılan jelimsi bir salgı vardır. MUKUS sayesinde MUKOZA’nın bağırsak içerisindeki sindirim salgıları, gıdalar, ilaçlar, mikroplar ve toksinlerle direkt teması ENGELLENİR. Mukusun oluşması ve sürdürülebilmesindeki en önemli bileşen de, her bölge için özel fonksiyonlara sahip olan, binlerce çeşitten oluşan SİNDİRİM SİSTEMİ FLORASIDIR.

Flora Nedir?

Vücudumuzun belli bölgelerinde (cilt, genital bölge, sindirim sistemi, üst solunum yolu vb.) bizimle birlikte yaşayan, bize zarar vermeyen, hayati fonksiyonlarımızı gerçekleştirmeye (sindirim, mikrobik saldırı ile mücadele, sentez, nemlilik, asit dengesi, salgılama, sinirsel iletim vb.) yardımcı olan, gözle göremeyeceğimiz kadar küçük, binlerce çeşitte, trilyonlarla ifade edebileceğimiz kadar sayıda, çoğunluğu bakteri, virüs ve mayalardan oluşan tek hücreli mikro canlılarla birlikte yaşarız. Bunların tamamının genel adı FLORA’dır.

Sindirim Sistemi Florası Nedir?

Tüm sindirim sistemi boyunca, ağızdan anüse kadar olan alanda, her bir bölgeye özel, başka alanda yaşamayan binlerce çeşit, tek hücreli faydalı mikroplarlarla birlikte yaşarız. Bunların tamamı sindirim sistemi florası olarak adlandırılır. Floramız sürekli olarak yenilenerek yerine yenisi gelip, ömrünü tamamlamış olanlar doğal yolla ilerleyerek GAİTA (dışkı) olarak atılır. Dışkı hacminin yaklaşık %60-70’i ölü ve canlı flora atıklarından oluşur.

Sindirim Sistemi Florası Niçin Önemlidir?

Sindirim sistemi florası sayesinde yerleştikleri ve yaşadıkları alanda zararlı mikrobik saldırılara karşı defans, sindirim, sentez, nemlilik ve bölge asiditesi sağlanır. Floramızın biyoçeşitliliği ne kadar fazla olur ise o ölçüde kaliteli sindirim sistemi fonksiyonları gerçekleşir. Sindirim sisteminde ilgili bölge florası herhangi sebeple bozulacak veya biyoçeşitliliği azalacak olursa, o bölge PATOJEN MİKROPLAR tarafından istilaya uğrar.

Ayrıca mukus oluşmasında ve sürdürülmesinde bölge florasının yeterli biyoçeşitlilikte olması gerekir. Florada oluşan hasar mukus oluşumunu etkileyerek, mukaza üzerindeki koruyucu tabakanın zayıflamasına ya da tamamen ortadan kalmasına sebep olur. Bunun sonucu olarak, sindirim sistemi içeriği mukoza ile direkt temas edeceği için mukozada hasar oluşturur ve buna bağlı olarak bağırsaklarda seçici geçirgen özellik azalır veya tamamen ortadan kalkar.

Geçirgen Bağırsak Sendromu, Anemi Oluşumuna Nasıl Sebep Olur?

Her ne sebeple olursa olsun, sindirim sistemi flora hasarı ve beraberinde gelişen GBS olgularının tamamında sindirim ve emilim problemleri oluşur. Buna bağlı olarak hemoglobulin yapımı için gerekli olan demir, folik asit ve Vit B12 eksikliği gelişir ve bunların eksikliğine bağlı olarak ANEMİ tablosu ortaya çıkar. Ayrıca bazı GBS olgularında bağırsakta oluşan ülserle bağlı olarak kronik kanamalar sonucu anemi tablosu ortaya çıkar (ülseratif kolit vb.). GBS’unda floradaki hasarı onarmadan sağlıklı emilim yüzeyi oluşturmak mümkün değildir. Sağlıklı ve biyoçeşitliliği yüksek flora sağlanamadan yeterli enzimatik ve kimyasal sindirim gerçekleşmeyeceği için HEMOGLOBULİN yapımında gerekli maddelerin kan dolaşımına geçmesinde sıkıntı yaşanacaktır.

Hangi Bulgular ‘’Geçirgen Bağırsak Sendromu’’ Habercisidir?

  • Gıda alerjisi
  • Karında şişkinlik
  • Aşırı gaz
  • Dışkıda sümük ve kan görülmesi
  • Sürekli karın ağrısı
  • Bağırsak huzursuzluğu
  • Kronik ishal
  • Kronik kabızlık
  • Kronik yorgunluk
  • Eklem ağrıları ve şişlikleri
  • Fibromyalji
  • Geçmeyen dermatit
  • Zamansız ve dirençli sivilceler
  • Depresyon
  • Duygu bozukluğu
  • Manik ataklar
  • Vitiligo (ciltte pigment eksikliği olan alanlar)
  • Kısırlık
  • Meme kistleri
  • Sedef hastalığı
  • Otizmlilerde eğitimin duraklaması
  • Eğitim başarısında ani düşüşler
  • Haşimato Troiditi
  • Tüm otoimmün hastalıklar
  • Tekrarlayan ağız içi yaralar
  • Ağız kokusu

Yukarıdaki bulgularla birlikte, tedaviye dirençli KANSIZLIK olgularında ‘’Geçirgen Bağırsak Sendromu’’ açısından değerlendirme yapmak gerekir. Çünkü GBS olgularına eşlik eden KANSIZLIK vakalarını, GBS’yi tedavi etmeden düzeltmek mümkün değildir.

Tüm GBS olgularında sindirim sistemi florasında hasar vardır. Sindirim sistemi flora hasarını düzeltmeden GBS tedavisinde yapılacak palyatif ve kronik ilaç kullanımı ancak geçici rahatlama sağlayacak fakat temelde var olan FLORA HASARINI düzeltmeyecektir.

Bundan dolayı GBS olgularında yegane ve kalıcı tedavi ancak FLORA NAKLİ ile mümkündür.

Flora Nakli Nedir?

Muayene ve gerekli laboratuvar analizler yapılarak onaylanan, biyoçeşitliliği yüksek DONÖR adayından genel anestezi altında endoskopik ve kolonoskopik olarak 30-45 farklı anatomik alana ulaşılarak alınan flora örnekleri, bir takım işlemlerden geçirildikten sonra, yine genel anestezi altında hastanın eşdeğer bölgelerine alınan flora örneklerinin endoskopik ve kolonoskopik olarak ekilmesi işlemidir.

Sindirim sistemi flora hasarına bağlı olarak gelişen Geçirgen Bağırsak Sendromu olgularında, Flora Nakli yapılmadan GBS’nin tedavisi mümkün değildir. GBS olgularının büyük çoğunluğunda eşlik eden KANSIZLIK mevcuttur. GBS tedavi edilmeden KANSIZLIĞIN da tedavi edilmesi olanaksızdır.

 

Doç Dr Murat KANLIÖZ

Genel Cerrahi Uzmanı

 

]]>
https://www.docdrmuratkanlioz.com/anemi-ve-gecirgen-bagirsak-sendromu-iliskisi/feed/ 0
Kronik İshal Nasıl Tedavi Edilmelidir? https://www.docdrmuratkanlioz.com/kronik-ishal-nasil-tedavi-edilmelidir/ https://www.docdrmuratkanlioz.com/kronik-ishal-nasil-tedavi-edilmelidir/#respond Thu, 18 Jul 2024 11:42:03 +0000 https://www.docdrmuratkanlioz.com/?p=4061 Continue reading Kronik İshal Nasıl Tedavi Edilmelidir?]]> İSHAL, günde üç veya daha fazla sayıda, daha fazla hacimde, sulu ve şekilsiz dışkılama olarak tanımlanabilir. İSHALLER sebeplerine göre, enfeksiyöz (viral, bakteriyel), paraziter (giardi vb.) ve osmotik ishal (hipertroidi vb) başlıkları altında değerlendirilir. İSHALLER, süresine göre akut ve kronik ishal olarak adlandırılır. AKUT İSHALLER 3 haftaya kadar devam eden olguları tanımlar. İshal 3 hafta veya daha uzun süreden beri devam ediyorsa bunlar KRONİK İSHAL olarak adlandırılır.

ENFEKSİYÖZ ve PARAZİTER İSHALLER en sık rastlanan ishal sebepleridir. Bunların haricinde hormanal bozukluklarda (hipertroidi vb.), radyoterapi, kemoterapi, besin alerjileri, besin zehirlenmeleri, İBS ( İrritable Bağırsak Sendromu), Ülseratif kolit, Crohn Hastalığı, Çölyak Hastalığı, Laktoz intoeransı, Diyabet, bazı kanserler (glukagonoma, ünsilinoma, adrenal tümörleri vb.), aşırı alkol tüketimi, uyuşturucu bağımlılığı, enzimatik sindirim bozuklukları, genetik enzimatik hastalıklar, pankreas hastalıkları, geçirilen bağırsak cerrahileri de belli başlı İSHAL nedenleridir.
AKUT İSHALLERİN büyük çoğunluğu enfeksiyöz ve paraziter kaynaklıdır. Fakat yukarıda sayılan sebeplerin tamamı KRONİK İSHALE de neden olabilir.

Tüm ishal olgularında bağırsaklardan emilen tüm besin ögelerinin eksikliklerine rastlanır (mineral, vitamin, protein, yağ, karbonhidrat vb.). İshale bağlı emilim bozuklukları akut ishallerde bazı olgular hariç tolere edilebilir ve sıvı haricinde ek tedavi gerektirmezler. Kolera gibi akut ishal vakalarında ciddi mineral ve sıvı açıkları tedavi ile desteklenmezse hayatı tehdit eden tablolarla karşılaşılabilir. Fakat KRONİK İSHAL çok daha uzun süreli olduğu için özellikle çocuklarda gelişme gerilikleri ve kalıcı hasarlar oluşur. Kronik ishallerde uzun süreli seyahat ve aktiviteleri gerçekleştirmek çok zor olacağı için beraberinde sosyal izolasyon, depresyon, okul ve iş hayatında başarısızlıklar sıklıkla gözlenmektedir.

İshal her ne sebeple olursa olsun özellikle bağırsaklar olmak üzere tüm sindirim sistemi FLORASINDA geçici veya kalıcı hasara neden olur. KRONİK İSHAL vakalarında flora hasarı kendiliğinden düzelmiş olsa bile hiçbir zaman ishal öncesindeki mikrobiyal flora zenginliğine tekrar erişemez. KRONİK İSHALİN süresine, şiddetine ve beraberinde olan ek hastalıklara (Diyabet, oral beslenmenin durması, uygulanan yoğun antibiyotik ve steroid tedavileri vb.) bağlı olarak sindirim sistemi florasında hasar olmaması mümkün değildir. Fakat oluşan hasarın bir kısmı kendiliğinden düzelerek yaşamı idame ettirebilecek seviyeye gelebilir.

Sindirim sistemi florasında hasar oluşması yani mikrobiyal biyoçeşitliliğin azalması durumunda kronik ishalin altında yatan sebep ortadan kaldırılsa bile ishali tedavi etmek mümkün olmayacaktır.

Ağızdan anüse kadar olan tüm sindirim sistemi boyunca her bölgede kendine özel fonksiyonlara sahip, bize zarar vermeyen, hatta bizim için yaşamsal öneme sahip olan, sindirim, enzimatik, mikrobik saldırılara karşı savunma, nemlilik, asidite, sinir iletimi, bağırsak hareketliliği, dışkı oluşumu vb. daha birçok fonksiyona sahip binlerce çeşit tek hücreli canlı türü ile birlikte yaşarız. Sindirim sistemi mikrobiyotamız biyoçeşitlilik olarak binlerce olmasına rağmen sayısal olarak trilyonlarca olan, bir gün içerisinde birkaç kez yinelenen mikro canlılar alemi ile birlikte huzur içinde yaşarız. Bunların tamamı SİNDİRİM SİSTEMİ FLORASI (Mikrobiyota) olarak adlandırılır. Sindirim sitemimizdeki bu mikro canlıların çoğu bakteriler, virüsler ve mayalardan oluşur. Tüm sindirim sistemimiz boyunca bugüne kadar tanımlanmış 1000’den fazla çeşitte bakteri vardır. Bizler bunlardan ne kadar fazla çeşitlilikte flora bakterisini sindirim sistemimizde barındırabilirsek o ölçüde sağlıklı, mutlu, huzurlu, hastalıksız ve uzun bir ömür süreriz. Sindirim sistemi flora biyoçeşitliliği ile uzun yaşam arasında doğrudan ilişki vardır. Biyoçeşitlilik metropollere ve sanayi bölgelerine gidildikçe azalırken, kırsal alanlara gidildikçe artmaktadır. Fakat kırsal alanlarda tarım kimyasalları kullanımı biyoçeşitliliği azaltan en önemli faktördür. Sindirim sistemi florası biyoçeşitliliği ne kadar zayıf ise akut ve kronik ishal o ölçüde daha fazla görülür. Özellikle enfeksiyöz ve paraziter ishal flora biyoçeşitliliği sınırlı olan kişilerde görülür. Floramız bizi dış mikrobik saldırılara karşı koruyan en önemli defans mekanizmasıdır.

KRONİK İSHAL ile birlikte flora biyoçeşitliliğinde oluşan hasar beraberinde ‘’Geçirgen Bağırsak Sendromu’’ oluşmasına zemin hazırlar. Bağırsaklarımız seçici geçirgen özelliğe sahiptir. Seçici geçirgen özelliğin bozulmasındaki en önemli tetikleyici faktör FLORA HASARIDIR. Geçirgen Bağırsak Sendromu (Leaky Gut Syndrome) oluştuktan sonaki süreçte, gittikçe artan sayıda OTOİMMÜN HASTALIKLAR oluşmaya başlar (Romatoid Artrit, GUT Hastalığı, Sedef Hastalığı, Vitiligo, Gül Hastalığı, Behçet Hastalığı, Otoimmün Vaskülitler, Otoimmün Artritler, Haşimato Hastalığı, Over Kisti, Fibromiyalji, Kronik Yorgunluk, Depresyon, İBS, Gıda Alerjileri, Gluten İntoleransı, Laktoz İntoleransı vb.). Geçirgen Bağırsak Sendromu oluştuktan sonra flora nakli yapılmadan tablonun düzelmesi mümkün değildir.

İBS, Çölyak Hastalığı, Ülseratif Kolit, gıda alerjileri ve Crohn Hastalığı gibi KRONİK İSHAL sebeplerinin ortaya çıkmasındaki en kritik eşik yine florada oluşan hasardır. Bu olguların tamama yakınında hastalık ortaya çıkmadan önce florayı zayıflatan sebeplerden biri veya birkaçı gözlenir (yoğun antibiyotik tedavisi, steroid tedavisi, kemoterapi, radyoterapi, oral beslenmenin durması, majör cerrahi işlemler, yoğun bakım tedavileri veya geçirilen ciddi enfeksiyon vb.) Her ne sebeple olursa olsun KRONİK İSHALİN sebebi veya sonucu olan tüm hastalıklarda sindirim sistemi florasını tekrar sağlıklı hale getirmeden kronik ishali kalıcı olarak tedavi etmek mümkün değildir. KRONİK İSHALDE floramız kendi kendine veya yapılacak tüm tedavilere rağmen tekrar sağlıklı hale 6 ay içinde dönemez ise FLORA NAKLİ yapılarak sindirim sistemi florasını yeniden restore etmek gerekir.

FLORA NAKLİ, biyoçeşitliliği yüksek, en az bir sağlıklı donörden, genel anestezi altında, endoskopik ve kolonoskopik olarak 25-45 ayrı anatomik alandan, her bir alan özel solüsyonlarla yıkanarak alınan flora örnekleri bir takım işlemlerden geçirildikten sonra, hasta kişinin eşdeğer anatomik alanına endoskopik ve kolonoskopik olarak, genel anestezi altında nakledilmesi işlemidir.
KRONİK İSHAL olgularını tekrar sağlıklı floraya kavuşturmadan tedavi etmek mümkün değildir.

Flora Nakli ile ilgili tecrübe ve klinik deneyimlerimizi makale haline getirerek CUREUS adlı, Amerikan tıp dergisinde yayınladık. Makaleye aşağıdaki linkden ulaşabilirsiniz

https://www.cureus.com/articles/115546-total-gastrointestinal-flora-transplantation-in-the-treatment-of-leaky-gut-syndrome-and-flora-loss#!/

Sağlıklı günler dileğiyle

Doç Dr Murat KANLIÖZ
Genel Cerrahi Uzmanı

]]>
https://www.docdrmuratkanlioz.com/kronik-ishal-nasil-tedavi-edilmelidir/feed/ 0
Anemi Geçirgen Bağırsak Sendromunun İlk Bulgusu Olabilir https://www.docdrmuratkanlioz.com/anemi-gecirgen-bagirsak-sendromunun-ilk-bulgusu-olabilir/ https://www.docdrmuratkanlioz.com/anemi-gecirgen-bagirsak-sendromunun-ilk-bulgusu-olabilir/#respond Thu, 11 Jul 2024 09:18:49 +0000 https://www.docdrmuratkanlioz.com/?p=4056 Continue reading Anemi Geçirgen Bağırsak Sendromunun İlk Bulgusu Olabilir]]> ‘’ANEMİ (Kansızlık)’’ GEÇİRGEN BAĞIRSAK SENDROMUNUN İLK BULGUSU OLABİLİR

ANEMİ, kan seviyesinin düşüklüğü veya halk arasında kansızlık olarak adlandırılan bir hastalıktır. Anemi genel olarak üç sebepten kaynaklanır. Bunlar sırasıyla;

  • Kan üretimin bölgelerindeki yetersizlik
  • Kan yıkımın hızlı olması
  • Kan üretimi için gerekli maddelerin eksiklikleri (Demir, Folik Asit, Vit. B12 vb.)

Geçirgen Bağırsak Sendromu (Leaky Gut Syndrome), bağırsaklarımızın SEÇİCİ GEÇİRGEN özelliğini yitirmesi ile giden hastalıkları içeren genel bir tanımlamadır. Geçirgen Bağırsak Sendromu (Sızdıran Bağırsak) başlığı altında değerlendirilen başlıca hastalıklar;

  • Ülsertaif Kolit
  • Crohn Hastalığı
  • İBS (İrritable Bağırsak Sendromu/Huzursuz Bağırsak Hastalığı)
  • Kronik İshal
  • Çölyak Hastalığı
  • Gluten Alerjisi (Çölyak Benzeri Sendrom)
  • Laktoz İntoleransı
  • Laktoz İntoleransı Benzeri Sendrom
  • Kronik Non Spesifik Kolit

Bağırsaklarımız vücudumuzun en geniş yüzey alanına sahiptir ve yaklaşık 20.000 m2 olup üç futbol sahası büyüklüğündedir. Bağırsak iç yüzeyi ENDOTEL adı verilen tek sıralı iç deri tabakası ile kaplıdır. Yediğimiz gıdaların sindirimi gerçekleştikten sonra bu hücreler arasından emilerek kan dolaşımına geçer. Bağırsaklardan emilen besinler ve ilaçlar kan sayesinde taşınarak vücudun ihtiyaç duyduğu bölgelerine ulaşmış olur. Bağırsaklardaki gıdaların ve diğer içeriklerin emilimindeki en önemli özellik SEÇİCİ GEÇİRGENLİĞİN olmasıdır. Bağırsaklarımızdan her şey kan dolaşımına geçemez. Ancak vücudumuzun ihtiyaç duyduğu ve vücudumuza zarar vermeyecek ögeler, bağırsaklarımızın izin verdiği ölçüde emilerek kan dolaşımına geçebilir. Bağırsaklarımızın seçici geçirgen özelliğinin oluşmasında ve sürdürülmesindeki en önemli iki faktör MUKUS ve BAĞIRSAK FLORASIDIR.

MUKUS, bağırsağımızın iç yüzeyini kaplayan ENDOTEL hücreleri içerisindeki özellleşmiş hücreler olan GOBLET hücreleri tarafından salgılanır. MUKUS, jelimsi bir yapıda olup ENDOTEL tabakasını bir zırh gibi kaplar ve endoteli bağırsak içeriğinin zararlı etkilerine karşı korur. Bağırsağın seçici geçirgenliğini korumasında ve sürdürmesinde mukus kalkanı son derece önemlidir. Eğer mukus olmazsa veya yetersiz olursa bağırsak iç yüzeyi olan endotelde hasar oluşur ve sonuç olarak bağırsağın seçici geçirgen özelliği kısmen veya tamamen kaybeder. Seçici geçirgen özelliği bozulan bağırsak yüzeyini vücudumuz onarmak için yoğun çaba sarf eder, fakat belli bir aşamadan sonra onarım gerçekleşmezse vücut kendini korumak için seçici geçirgen özelliğini yitirmiş alanı tamamen emilime kapatarak, kalıcı olarak emilim yüzey alanını kaybeder. Fibrotik doku ile kaplı, emilim ve salgı fonksiyonlarını yitirmiş alanlar aynen ciltteki yanık izleri gibi işlevsiz ve his duyusu olmayan alanlardır. Fibrozis ile kaybedilen emilim yüzey alanı bir daha asla işlev görecek hale gelemez. Vücumuzun fonksiyonları emilim yüzey alan kaybını belirli bir orana kadar tolere edilebilir. Fakat bir aşamadan sonra geride kalan yüzey alanı yaşamsal fonksiyonların idamesi için yetersiz olacaktır.

Tüm sindirim sistemimiz boyunca her bölge için özelleşmiş, normalde başka bölgede yaşamayan, bizim için sindirim, salgı, detoksifikasyon, sentez, bağırsak hareketliliği, dışkı oluşumu, sinir iletimi ve savunma fonksiyonları gerçekleştiren, bizimle birlikte yaşayan, çoğu bakteri, maya ve virüslerden oluşan binlerce çeşitlilikte, sayısal olarak ise trilyonlarla ifade edilen, gün içerisinde birkaç kez ve sürekli olarak kendisini yenileyen, MİKRO CANLILARLA birlikte yaşarız ve bunların tamamına SİNDİRİM SİSTEMİ FLORASI deriz. FLORA olmadan sağlıklı yaşamamız mümkün değildir. Ayrıca flora sayesinde sindirim sisteminin her bölgesindeki MUKUS salgısının yapılması, korunması ve sürdürülmesi mümkündür. Eğer floramızda bölgesel veya geniş çaplı hasar olduğunda mukus kalkanı koruyuculuğu ortadan kalkar ve o bölgelerde sindirim sistemi içeriğinin zararlı etkisine bağlı yaralar oluşur. Bu süreç bağırsaklarda olduğunda GEÇİRGEN BAĞIRSAK SENDROMU ortaya çıkar.

Bağırsakların sağlıklı sindirim, sentez, detoksifikasyon ve emilim yapamadığı ‘’Geçirgen Bağırsak Sendromu’’ olgularında KAN yapımı için gerekli olan yağ asitlerinin, karbohidratların, proteinlerin, vitaminlerin (özellikle Vit B12), minerallerin (özellikle demir) ve folik asidin eksikliğine bağlı olarak ANEMİ tablosuna sıkça rastlanır. Bazen Geçirgen Bağırsak Sendromunun ilk bulgusu veya diğer bulgulara eşlik eden bir bulgu olarak ANEMİ karşımıza çıkmaktadır.

ANEMİ sebepleri araştırılırken geçirgen bağırsak sendromu mutlaka incelenmesi gereken bir durumdur. Özellikler Gıda Alerjisi, Ülseratif Kolit, Crohn hastalığı, Laktoz İntoleransı, Çölyak Hastalığı, İBS ve Otoimmün Hastalıklar ( Romatoid Artrit, GUT Hastalığı, Sedef Hastalığı, Vitiligo, Haşimato Hastalığı), Kronik İshal, Duygu Durum Bozukluğu, Otizm, Kronik Yorgunluk, Egzema, Depresyon ve Fibromiyalji ile birlikte ANEMİ varsa ‘’Geçirgen Bağırsak Sendromu’’ açısında inceleme yapmak gerekir.

Sağlıklı Günler Dileğiyle

]]>
https://www.docdrmuratkanlioz.com/anemi-gecirgen-bagirsak-sendromunun-ilk-bulgusu-olabilir/feed/ 0
Ağız Kokusu Tedavi Edilebilir Mi? https://www.docdrmuratkanlioz.com/agiz-kokusu-tedavi-edilebilir-mi/ https://www.docdrmuratkanlioz.com/agiz-kokusu-tedavi-edilebilir-mi/#respond Thu, 11 Jul 2024 09:13:36 +0000 https://www.docdrmuratkanlioz.com/?p=4053 Continue reading Ağız Kokusu Tedavi Edilebilir Mi?]]> AĞIZ KOKUSU TEDAVİ EDİLEBİLİR Mİ?

AĞIZ KOKUSU, ağız içi, üst solunum yolları ve üst sindirim sistemi kaynaklı birçok hastalığın sonucunda ortaya çıkan bir tablodur. Ağız kokusunun yüzlerce farklı hastalığın sonucu olmasına rağmen tek ortak noktaları tamamının akut veya kronik enfeksiyona bağlı olmasıdır.

Ağız kokusunda ağız içi sebeplerin başlıcaları diş çürükleri, diş eti enfeksiyonları, ağız içi yaralar, travma, yanık ve tümöral oluşumlardır.

Tonsillit (bademcik iltihapları), faranjit, laranjit, sinüzit, trakeit, bronşit, özefajit, özefagus divertikülleri, Akalazya Hastalığı, özefagotrakeal fistüller ve gastrit de ağız kokusu oluşumu sebeplerinin başlıcalarıdır.

Ağız kokusu sebeplerinin tamamında ilgili bölgenin MİKROBİYAL yapısının geçici veya kalıcı olarak bozulması, patojen işgaline maruz kalması ve o bölgede doku hasarı vardır.

Tüm sindirim sistemi boyunca ve üst solunum yollarında her bir bölge için özelleşmiş, normalde başka yerde yaşamayan, bizim için faydalı olan, sindirim, mikrobik saldırılara karşı savunma, sentez, detoksifikasyon, sinir iletimi, dışkı oluşumu, bağırsak hareketliliği ve hormonal denge oluşumuna katkı vb fonksiyonları olan, çoğunluğu bakteri, maya ve virüslerden oluşan tek hücreli canlılarla birlikte yaşarız. Bunların tamamı FLORA olarak adlandırılır. Binlerce çeşitlilikte olan FLORAMIZ, sayısal olarak trilyonlarla ifade edebileceğimiz büyüklüktedir. FLORA çeşitliliğini oluşturan elemanlar dinamik bir yapıda olup, günde birkaç kez, yaşlananların yerine sürekli olarak yenisi yapılarak sağlıklı bir şekilde döngüsüne devam eder. Ölü veya ömrünü doldurmuş olan flora elemanları doğal yolla ilerleyerek dışkı olarak atılır. Dışkı hacmimizin %60-70’i ölü ve canlı flora atıklarından oluşur. Dengeli ve biyoçeşitliliği yeterli FLORA olmadan sağlıklı, mutlu ve uzun yaşamak mümkün değildir.

FLORA barındırdığımız tüm anatomik alanlarda dışarıdan gelen patojen mikroplara karşı ilk ve en etkin savunma flora elemanları tarafından gerçekleştirilir. Flora biyoçeşitliliği yüksek ve yeterli olan bölgelere patojen mikropların yerleşmesi çok zordur ve olsa bile sınırlı yoğunlukta ve sürede olacaktır.

Ağız içi florası bozuk olan kişilerde sık sık ağız içi yaralar, diş eti kanamaları, diş eti enfeksiyonları, diş çürükleri, ağız kuruluğu, ağrı ve yutma güçlüğü görülür. Bu olguların tamamında patojen mikroorganizmalara bağlı gelişen enfeksiyonlar vardır. Ağız içi florasının tekrar restore edilememesi durumunda ağız içi enfeksiyonlar ve ağız kokusu kronik hal alır. Ağız içi florasının bozulmasındaki en önemli sebepler;

  • Beslenme yetersizliği
  • Aşırı karbonhidrat tüketimi
  • Çok sık ve kontrolsüz antibiyotik kullanımı
  • İmmün sistem hastalıkları
  • Kemoterapi
  • Radyoterapi
  • Ağız hijyeninin bozukluğu
  • Yanıklar (termal, asit, baz)
  • Travmalar
  • Ağız içi cerrahiler
  • Oral beslenmenin uzun süre durması
  • Sigara
  • Alkol
  • Sık geçirilen ağız içi enfeksiyonlar

Ağız içi florası yukarıda sayılan sebeplerden dolayı bozulur ve bu durum kronik hal alırsa ağız içi enfeksiyonlar ve AĞIZ KOKUSU kaçınılmaz bir sonuçtur.

Sık geçirilen tonsillit, faranjit, laranjit, trakeit, özefajit, sinüzit ve gastrit gibi enfeksiyonlar da ilgili bölgelerin florasının bozulmasından kaynaklanır ve beraberin ağız kokusu sıklıkla eşlik eder.

Gastro Özefajiyal Reflüde (GÖR)  ve ALKALEN REFLÜ GASTRİT’te ağız kokusu konusunda ayrıca değerlendirilmesi gereken hastalıklardır. GÖR’de asidik mide içeriğinin yemek borusuna, gırtlağa, hatta ağıza geri tepmesi söz konusudur. Mide asidi reflüsüne bağlı olarak yemek borusu, gırtlak ve ağız içinde kimyasal yanık, floranın bozulması ve patojen mikropların ilgili bölgelerde kolonizasyonuna bağlı olarak AĞIZ KOKUSU oluşur.

Safranın mideye kaçışı sonrası bazik safranın sebep olduğu kimyasal yanığa bağlı olarak gelişen ALKALEN REFLÜ GASTRİT olgularında da çoğunlukla ağız kokusu olur.

Mevcut sebebe yönelik tedavilerle ağız kokusu giderilebilir. GÖR’de ilaç tedavisi, diyet veya cerrahi prosedürler uygulanarak reflü engellenmelidir. Reflü engellendikten sonra ilgili bölge florası kendiliğinden düzelebilir, fakat düzelmeyen olgularda beraberinde FLORA NAKLİ yapılarak tekrar sağlıklı flora tesis edilir.

Alkalen Reflü Gastrit olgularında mide çıkışında bulunan ve midenin kontrollü boşalmasını sağlayan PİLOR adı verilen yapıdaki fonksiyon bozukluğuna bağlı olarak oniki parmak bağırsağı (duodenum) içeriğinin (özellikle SAFRA’nın) mideye kaçışı söz konusudur. Alkalen Reflü Gastritte, endoskopik PİLOR REVİZYONU veya cerrahi girişim ile safra reflüsü engellenir. Reflü engellendikten sonra ağız kokusu halen devam ediyorsa FLORA NAKLİ yapılması gerekir.

Kronikleşmiş gingivit (diş eti ilitihabı), diş çürükleri, tonsillit, faranjit, laranjit, sinüzit, trakeit ve özefajit vakalarında öncelikle sebebe yönelik tedavi yapılmalıdır. Ağız kokusuna sebep olan durum ortadan kaldırıldıktan sonra floradaki hasar kendiliğinden düzelemeyecek durumda ise FLORA NAKLİ yapılmalıdır.

İlgili bölge florası  Flora NAKLİ yöntemiyle tekrar tesis edilmeden ağız kokusuna sebep olan faktör ortadan kaldırılamaz.

FLORA NAKLİ, sağlıklı en az bir donörden genel anestezi altında endoskopik ve kolonoskopik olarak 25-45 anatomik bölgenin her biri özel solüsyonlarla lavaj yapılarak yıkanır ve sonrasında aspirasyon  yapılarak alınan flora örnekleri bir takım prosedürlerden geçirildikten sonra flora örneği dönörün hangi bölgesinden alındıysa hastanın da eşdeğer bölgesine genel anestezi altında ekim yapılması yöntemidir.

Flora nakli ile ilgili deneyimleri derleyerek prestijli, akademik, Amerikan tıp dergisinde makale olarak yayınladık. İlgili yayınlara aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz.

https://www.cureus.com/articles/115546-total-gastrointestinal-flora-transplantation-in-the-treatment-of-leaky-gut-syndrome-and-flora-loss#!/

 

https://www.cureus.com/articles/148649-a-new-and-effective-technique-in-the-endoscopic-treatment-of-obesity-and-regulation-of-diabetes-the-pyloric-revision#!/

 

AĞIZ KOKUSU kader değildir. Sebebe yönelik tedavi ile tamamen ortadan kaldırılabilir.

Sağlıklı günler dilerim.

]]>
https://www.docdrmuratkanlioz.com/agiz-kokusu-tedavi-edilebilir-mi/feed/ 0
Obezite Tedavisinde Başarının Sırrı https://www.docdrmuratkanlioz.com/obezite-tedavisinde-basarinin-sirri/ https://www.docdrmuratkanlioz.com/obezite-tedavisinde-basarinin-sirri/#respond Tue, 09 Jul 2024 08:45:50 +0000 https://www.docdrmuratkanlioz.com/?p=4048 Continue reading Obezite Tedavisinde Başarının Sırrı]]> Obezite çağımızın en ciddi sağlık sorunlarından biridir. Tüm obez insanlar kilo vermek istemekle birlikte, çevresinde gözlemlediği tecrübeler nedeniyle ne yapacağına karar vermekte ciddi sıkıntılar yaşamaktadır.

Maalesef sağlık sektörü her şeyi tek tipleştirerek ürün ve hizmet yarışına girdiği için obezite tedavisinde birçok başarısız sonuçlarla karşılaşıyoruz. Her hastanın durumunun kendisine özel olduğu ve bu şekilde değerlendirilmesi gerektiği çoğunlukla göz ardı edilmektedir. Uzaktan telefonla, mesajla veya satış temsilcileri aracılığı ile Tüp Mide Ameliyatı (Sleeve Gastrektomi), mide balonu veya mide botoksu hizmetleri marketteki konserve gibi satın alınmaktadır. Hastalar sıklıkla hekim tarafından detaylı muayene edilip ve sorgulaması yapılmadan, laboratuvar sonuçları değerlendirilmeden, endoskopi yapılmadan uygulanacak OBEZİTE tedavisine karar verilmektedir. Bu işlemi uygulayacak kişinin kim olduğu (Pratisyen hekim, Uzman hekim, Doç veya Prof. veya çok daha vahimi bunlardan hiç biri) çoğunlukla sorgulanmamaktadır. Geçmişte bu işlemlerle ilgili temel tıbbi eğitimi ve tecrübesi olup olmadığı, mevcut tecrübelerini tarafsız, akademik, hakemli, prestijli bir dergide yayınlayıp yayınlamadığı dikkate alınmamaktadır (Çünkü bir hekim için kanıt değeri en yüksek ve en önemli referans akademik yayındır).

Obezite tedavisinde sıklıkla kullanılan cerrahi teknikler ( Tüp Mide Ameliyatı, By-Pass Cerrahisi) ve endoskopik tekniklerdir ( Mide Balonu, Mide Botoksu). Aslında doğru hasta seçimi yapıldığında ve uygulamalar deneyimli hekimler tarafından yapıldığında her bir teknik de son derece başarılıdır. Fakat her bir tekniği uygularken gözetilmesi gereken o kadar çok detay vardır ki bunları bilmeden ve/veya dikkate almadan uygulanacak tedavilerden sonra ya kötü sonuçlarla (geri dönüşü mümkün olan ya da olmayan), ya komplikasyonlarla, ya da sonuca ulaşmayan başarısız işlemlerle karşılaşma olasılıkları artmaktadır.

Obezite tedavisine başlamadan önce dikkate alınması gereken belli başlı kurallar nelerdir:

  • Hastanın yaşı
  • Boyu, kilosu ve vücut yağ indeksi
  • Cinsiyeti
  • Kaç yıldan beri obez ve mevcut kiloda olduğu
  • Geçmişte uyguladığı kilo verme yöntemleri ve diyetleri varsa bunların bilinmesi
  • Troid hormon değerleri
  • Kan şekeri (Açlık ve tokluk)
  • İnsülin direnci
  • HbA1c değeri (son 6 aylık kan şekeri indeksi)
  • Geçmişte sindirim sistemi ameliyatı geçirip geçirmediği
  • Hastanın psikolojik alt yapısı
  • Yaşadığı sosyal çevre
  • Sindirim sistemi mikrobiyal yapısı
  • Gebe veya emzirme döneminde olup olmadığı
  • Yapılacak endoskopik incelemede herhangi aktif kanama, tümör veya şüpheli lezyon olup olmadığı (Bunun için mutlaka endoskopi yapmak gerekir)
  • Yapılacak endoskopik incelemede mide çıkışında (pilor’da) fonksiyon bozukluğu olup olmadığı
  • Kullandığı ilaçlar
  • Mesleği
  • Çalışma koşulları
  • Yakın tarihte gebelik planlayıp planlamadığı

Yukarıdaki hususlar dikkate alınmadan, hastaya hekim tarafından teknik klavuzluk yapılmadan, hastanın kendince istediği obezite tedavisini uygulamak her zaman istenilen sonucu vermemektedir.

Günlük pratikte de çoğunlukla hastalarla yaşadığımız diyaloglar aynen şöyle olmaktadır: ‘’Hocam ben mide balonu taktırmak istiyorum, fiyatı ne kadar ve hangi hastanede yapıyorsunuz?’’ Bu soruyla muhatap olunca açıkçası nezaketsizlik olmasın diye yanıt veriyorum. Zaten bu soruyu soran hasta yukarıda bahsettiğim incelenmesi gereken hususların hiç farkında değildir ve o kişiye verilecek en ucuz fiyata göre hareket edecektir. Fakat uygun olan hastalara mümkün olduğu kadar teknik detayları anlatmaya çalışıyoruz ve anlatınca hastalar yaptıkları hatayı anlayarak doğru yöntemin birlikte karar verilmesi gerektiğini anlıyorlar. Aslında birlikte karar verince en doğru, en hızlı ve en ucuz yöntem kendiliğinden ortaya çıkıyor. Böyle olunca da hasta hedeflediği kiloyu zorlanmadan veriyor, sonuç olarak hem hasta, hem de hekim mutlu oluyor. Hekimleri bir ürünü veya hizmeti satan bir kişi değil de güvenli sağlık danışma olarak değerlendirmek hasta için her zaman daha doğru olacaktır.

Tüm tedavilerde olduğu gibi OBEZİTE tedavisinde de başarıyı belirleyen şey TOPLAM KALİTE olarak özetlenebilir. Toplam kalite nedir diyecek olursanız; hekimin tecrübesi, yardımcı sağlık personelinin tecrübesi, sağlık tesisinin fiziki koşulları, kullanılan malzemenin standardizasyonu vb sayabiliriz.

Yaptığımız klinik araştırmalarda mide çıkışını kontrol eden PİLOR olarak adlandırılan yapı eğer fonksiyonel olarak çalışıyor ise hastanın durumu gözetilerek hangi obezite tedavisi uygulanırsa uygulansın sonuçların başarılı olduğunu gözlemledik. Yani tüm OBEZİTE tedavilerinin başarıya ulaşmasındaki en önemli teknik sırrın PİLOR fonksiyonunun dikkate alınıp alınmadığı olduğunu söyleyebilirim.

Biz tüm hastalarda diğer tüm detayların yanında yaptığımız endoskopik inceleme sonucunda PİLOR fonksiyonunu mutlaka değerlendiriyoruz. Eğer pilor normal (tam kapanıyorsa / Normotonik) çalışıyorsa seçilen tedaviyi uygulama konusunda herhangi sıkıntı olmamaktadır. Fakat pilor hipotonik (kısmen kapanıyorsa) veya hiç kapanmıyorsa (Atonik) bu hastalarda öncelikle endoskopik PİLOR REVİZYONU yaparak pilora fonksiyon kazandırıyor, ardında karar verilen obezite tedavisini uyguluyoruz. Böyle yapınca da sonuçlar ciddi oranda yüz güldürücü olmaktadır.

(Not: Pilor fonksiyonunun obezite tedavisindeki önemine dair yapmış olduğumuz uluslararası tıp dergilerinde yayınlanan makalelerimize aşağıdaki linkleri tıklayarak ulaşabilirsiniz)

https://www.cureus.com/articles/148649-a-new-and-effective-technique-in-the-endoscopic-treatment-of-obesity-and-regulation-of-diabetes-the-pyloric-revision#!/

https://journals.lww.com/surgical-laparoscopy/abstract/2020/12000/efficacy_of_intragastric_balloon_placement_and.3.aspx

https://link.springer.com/article/10.1007/s11695-020-04556-7

 

Doç Dr Murat KANLIÖZ

Genel Cerrahi Uzmanı

]]>
https://www.docdrmuratkanlioz.com/obezite-tedavisinde-basarinin-sirri/feed/ 0
Mikrobiyotamızın Otoimmünite, Yaşlanma, Demans ve Kronik Hastalıklarla İlişkisi https://www.docdrmuratkanlioz.com/mikrobiyotamizin-otoimmunite-yaslanma-demans-ve-kronik-hastaliklarla-iliskisi/ https://www.docdrmuratkanlioz.com/mikrobiyotamizin-otoimmunite-yaslanma-demans-ve-kronik-hastaliklarla-iliskisi/#respond Tue, 11 Jun 2024 11:33:59 +0000 https://www.docdrmuratkanlioz.com/?p=4042 Continue reading Mikrobiyotamızın Otoimmünite, Yaşlanma, Demans ve Kronik Hastalıklarla İlişkisi]]> Mikrobiyota (Flora) Ne Demektir?

Vücudumuzun dış ortam ile temas ettiği bölgelerin tamamında, bizimle birlikte yaşayan, bize zarar vermeyen, aynı zamanda bize fayda sağlayan, binlerce çeşitlilikte, tek hücreli canlılarla birlikte yaşarız. Bu tek hücreli canlıların tamamını FLORA veya Mikrobiyota olarak adlandırırız. Bunlar bulundukları bölgeye göre sindirim sistemi FLORASI, üst solunum yolu FLORASI, cilt FLORASI şeklinde isimlendirilirler. Bölgeler de kendi içerisinde alt gruplarda değerlendirilir. Örneğin sindirim sistemi florası, ağız içi, yutak, özefagus (yemek borusu), ince bağırsak ve kolon florası gibi alt gruplarda incelenir.

Vücudumuzun floraya sahip her bir bölgesi kaliteli ve biyoçeşitliliği yüksek floraya sahip olmadan, SAĞLIKLI ve İŞLEVSEL fonksiyon gerçekleştiremez. Örneğin sağlıklı bir cilt ancak kaliteli ve biyoçeşitliliği yüksek bir flora ile mümkündür.

Mikrobiyota Biyoçeşitliliği Ne Demektir?

Vücudumuzun FLORA barındırdığımız bölgelerinde, her biri birbirinden farklı fonksiyonlara sahip flora elemanlarının çeşitliliği ne kadar fazla olursa ilgili bölgenin fonksiyonları daha iyi gerçekleşecek, bu da beraberinde özelde o bölgenin, genelde ise vücudumuzun daha sağlıklı olmasını sağlayacaktır.

Vücudumuzu bir FABRİKA olarak değerlendirirsek, mikrobiyota biyoçeşitliliğini oluşturan her bir üyeyi birer mühendislik branşı gibi değerlendirebiliriz. Bir fabrikada ne kadar fazla işlevsel teknik elaman çeşitliliği(zenginliği) varsa fabrikadan o ölçüde kaliteli üretim beklenir. Aynı şey insan vücudu için de geçerlidir. Her bir çeşit flora elemanı kendine özel fonksiyonlara sahiptir. Mikrobiyotayı birçok tek hücreli mikroorganizma tipi oluşturmaktadır.

Mikrobiyotayı Hangi Tip Mikroorganizmalar Oluşturur?

Mikrobiyotayı oluşturan üyeler çoğunlukla bakteriler, mantarlar, virüsler, arkeler ve protistlerdir. Fakat hakim grup bakterilerdir.

Sindirim Sistemi Florası Nedir?

Üst sindirim sistemi olarak adlandırabileceğimiz ağız ve boğaz aynı zamanda üst solunum yolunun da bir kısmını oluşturur.

Ağızdan anüse kadar devam eden bölge sindirim sistemi olarak adlandırılır.

Tüm sindirim sistemi boyunca şimdiye kadar tanımlanmış 1054 farklı çeşitlilikte flora bakterisi bulunmaktadır. Bunların her biri yerleştiği ve yaşadığı bölgeye özeldir ve sağlıklı bir kişide başka bölgede yerleşmesi ve yaşaması söz konusu değildir. Başka bölgede yerleşmesi veya oransal olarak belli bölgelerde aşırı çoğalması beraberinde bazı hastalıkları da getirir (SİBO, Obezite, İBS vb).

Şimdiye kadar tespit edilen 1054 flora bakterisinden ne kadar fazla çeşidi sindirim sistemimizde barındırır isek o ölçüde SAĞLIKLI, HASTALIKSIZ, MUTLU ve UZUN bir ömür süreriz. Fakat hayat ve yaşam koşulları bizlere her zaman çok cömert davranmıyor.

Flora Biyoçeşitliliği Etkileyen Faktörler Nelerdir?

Sindirim siteminde bugüne kadar tespit edilmiş olan 1054 farklı çeşitten ortalama 100-125’ini bünyemizde barındırıyoruz. Bu sayı kırsal bölgelere gidildikçe artmakta, metropollere geldikçe azalmaktadır. Biyoçeşitliliğin azalmasındaki en önemli faktörler yoğun antibiyotik kullanımı, beslenme bozukluğu, beslenme yetersizliği, ağızdan beslenmenin uzun süre durması, kortikosteroid kullanımı, kemoterapi, radyoterapi, tarımsal kimyasallar (pestisitler ve herbisitler), çevresel kirleticiler (sanayi tesisleri vb.), hava ve su kirliliği, GDO’lu gıda tüketimi, gıda koruyucu ve takviyeleri, hormon tedavileri vb.

Flora Nasıl Kazanılır Ve Biyoçeşitlilik Nasıl Artırılabilir?

Mikrobiyota (FLORA) kazanımının ana rahminde başladığı birçok çalışmada gösterilmiştir. Doğumun normal veya sezeryan olması flora kazanımında etkin olmaktadır. Sezeryanla doğanlar ömür boyunca eksikliğini hissedecekleri bir takım flora elemanlarından mahrum kalacaklardır. Doğum sonrasında bebekler en yakın temasta olduğu annesinden ve aile bireylerinden flora kazanır. Ayrıca yeme-içme alışkanlıkları, yöresel çeşitlilikler flora kazanılmasında önemlidir. Özellikle annenin, ailenin ve temasta bulunduğu yakın çevresinin flora biyoçeşitliliği ve kalitesi, kazanılacak flora çeşitliliğinin belirlenmesinde en önemli faktörlerden biridir.

Anne sütü alım süresi floramızın şekillenmesini belirleyen faktörlerin başında gelmektedir. Doğumla birlikte olan kalıtsal ve doğumsal hastalıklar, bebeklik döneminde beslenme yeterliliği, geçirilen hastalıklar, kullanılan antibiyotikler de floranın şekillenmesinde etkilidir.

Ayrıca floramızın yaş dönümleri ile de çeşitliliğinde değişiklikler olmaktadır (bebeklik, ergenlik, gebelik, emzirme ve menapoz vb.).

Doğal beslenerek, gereksiz antibiyotik kullanmayarak, doğumdan sonra en az bir yıl anne sütü alarak, çevresel kirleticilerden mümkün olduğunca uzak durarak, beslenirken doğal olanları önceleyerek floramızı hem korur, hem de zenginleştirebiliriz.

Geniş aile, sokak arkadaşlığı, kreş, okul, takım sporları, yatılı okul, öğreci yurtları, toplu yapılan sosyal etkinlikler FLORA kazanımı için son derece kıymetlidir.

Yaşlanmayla Florada Oluşan Değişimler

Tüm hücre, doku ve organlarımızda olduğu gibi yaşlanma etkisine bağlı olarak FLORA kalitesi ve biyoçeşitliliği de azalmaktadır. Bu etki en belirgin olarak kadınlarda 50 yaş civarı genellikle menapozla birlikte, erkeklerde ise 55-60 yaş sonrasında FLORA kalitesinde ciddi kayıplar izlenmektedir. Bu kayıpların hızı yaşam kalitesini, yeme-içme düzenini, otoimmün hastalıkların ortaya çıkışını ve hızını ve de bunlarla birlikte yaşam kalitesini belirleyen en önemli parametrelerden biri olmaktadır.

FLOARAMIZDAKİ hasar toplamda mental, psikolojik ve fiziksel performasımızı bozmaktadır.

Flora Hasarı Bu Etkileri Hangi Yolla Yapmaktadır?

Sindirim sistemi floramız yeme-içme ile dış kaynaktan gelen zararlı mikroplara karşı ilk savunma bariyerini oluşturur. Örneğin boğaz floramız bozulur ise sık sık tonsillit (bademcik iltihabı) ve faranjit geçiririz. Aynı şekilde ağız floramızdaki hasar sonrası ağızda yaraların oluşması, diş çürükleri ve ağız kokusu oluşur.

Bağırsaklarımız SEÇİCİ GEÇİRGEN özelliğe sahiptir. Bağırsaklarımızdan sindirimi tam olarak gerçekleşmiş ve bizim ihtiyacımız olan besin ögeleri emilerek kan dolaşımına geçer. Seçici geçirgenlik sayesinde sindirimi gerçekleşmemiş makromoleküller, toksinler ve mikroplar kan dolaşımına GEÇEMEZ. Bağırsaklarımızın seçici geçirgen özelliğinin sağlanmasındaki en önemli unsurlardan birisi de bağırsak floramızın sağlıklı ve biyoçeşitliliğinin yüksek olmasıdır. Bağırsak flora hasarı veya kayıplarında bağırsaklarımızın seçici geçirgenlik özelliğinde zafiyetler oluşur. Seçici geçirgenliğin bozulması ile birlikte gıda alerjileri ve buna bağlı beslenme bozuklukları, otoimmün hastalıkların tetiklenmesi ve beraberinde kronik birçok hastalığa zemin hazırlanması söz konusu olur.

Floramızı İyi Korursak Yaşlanma Etkilerini Geciktirmek Mümkün Olur Mu?

Mikrobiyota kalitesi ile yaşam kalitesi ve uzun ömür arasında doğrudan ilişki vardır. Mikrobiyotadaki biyoçeşitliliğin azalması ve konfügürasyonunun bozulması (Disbiyozis, SİBO vb.) ile birlikte beslenme bozuklukları, zorunlu gıda kısıtlamaları, bağırsak hareket bozuklukları (kabızlık, ishal, IBS vb.), karın ağrıları, bağırsak huzursuzlukları ve beraberinde gelişen otoimmün hastalıklar ( Eklem Romatizması, GUT, MS hastalığı, Vitiligo, Sedef Hastalığı, Haşimato Hastalığı, Fibromiyalji vb.) yaşam kalitesini ve süresini doğrudan etkilemekte, ayrıca birçok hastalığa karşı da direnci düşürerek (kanser, salgın hastalıklar vb.) etki göstermektedir.

Çevremizde sıklıkla rastlarız; Genellikle ileri yaştaki, yeme-içme problemi, zayıflama, genel düşkünlük hali, alerji, birden bire yatağa bağımlı hale gelen hastalarımıza yapılan tıbbi tetkik ve muayene sonrasında HİÇBİR TEŞHİS KONULAMAYAN ve YAŞLANMA ALAMETİ olarak kabul edilen hastalarımız vardır. Bu durumda olan hastalar çoğunlukla basit vitamin destekleriyle, çaresiz bir şekilde KADERİNE terk edilir.  Bu tip hastalar SİNDİRİM SİSTEMİ FLORASI açısından mutlaka değerlendirilmelidir. Çoğunlukla ciddi flora hasarları olduğu görülecektir.

Sonuç olarak ‘’sindirim sistemi floramızı’’ iyi korur ve biyoçeşitliliğini artırabilirsek ve de oluşan flora hasarını FLORA NAKLİ yöntemi ile tedavi edebilirsek ‘’YAŞLANMA ETKİLERİNİ GEÇİKTİRMEK, DAHA UZUN, MUTLU ve SAĞLIKLI’’ yaşamak mümkündür.

Flora Nakli Nedir?

Flora Nakli, herhangi sebeple kalıcı flora hasarı gelişenlerde, biyoçeşitliliğinin yenilen tesis edilmesi amacıyla yapılan bir işlemdir.

Flora Nakli, en az bir sağlıklı donörden (flora bağışçısından) genel anestezi altında endoskopik ve kolonoskopik olarak 25-45 ayrı anatomik bölge özel yıkama solüsyonları ile yıkanarak alınan flora örneklerinin her biri özel işlemlerden geçirilerek hazırlanan bölgesel floralar hasta kişiye yine genel anestezi altında, endoskopik ve kolonoskopik olarak aktarılması işlemidir. Tedavi başarı oranları %85 civarındadır. Edinilen flora ömür boyu kalıcıdır. Flora nakli tek seansda yapılır.

Flora Nakli Sonrası Ne Beklenir?

Flora nakli işlemi yapıldıktan sonra saatler içerisinde etkisi görülmeye başlar, maksimum etkinlik için üç hafta geçmesi gerekir.

Flora nakli ile sağlıklı flora oluşturulabilirse, bağırsağın seçici geçirgenliği tekrar tesis edilerek otoimmün sürece bağlı etkilerin geri dönüşü sağlanır. Floranın yeniden sağlıklı hale gelmesiyle patojen mikroplara karşı defans oluşur. Enzimatik, kimyasal, biyolojik sindirim süreçleri sağlıklı bir şekilde çalışmaya başlar. Bunların sonucu olarak geçmişte sindiriminde güçlük çektiği gıdaları daha rahat sindirir olacaktır. Flora hasarına bağlı gıda alerjileri ortadan kalkar. Zararlı mikroplarla mücadele gerçekleşeceği için patojen kolonizasyonu bağlı olarak gelişen ağız kokusu, tonsillit, faranjit, gastrit ve kronik ishal gibi olgular minimalize edilmiş olur. Bağırsakların sağlıklı çalışmasına bağlı olarak ishal, kabızlık, aşırı gaz, karın ağrısı gibi şikayetlerde belirgin oranda gerileme ve çoğunlukla normale dönüş süreçleri yaşanır. Otoimmüniteyi tetikleyen giriş kapısının flora nakli ile kapatılması ile gelişen tüm otoimmün süreçlerde belirgin oranda düzelmeler ve hatta bazı klinik tabloların dramatik şekilde normale döndüğü izlenir (Romatoid artrit; Gut Hastalığı, Vitiligo, Sedef Hastalığı, MS hastalığı, Ülseratif Kolit, Crohn Hastalığı, IBS vb.).

Flora hasrı olan hastaya yapılacak FLORA NAKLİ son derece faydalı olacaktır. Birçok hastada etki o kadar dramatiktir ki, hasta ve yakınları gördükleri tablo karşısında şaşkınlıklarını gizleyemezler. Hasta, flora nakli sonrası daha rahat beslenmeye başlar. Beraberinde hastanın fiziksel, mental ve psikolojik performansında gözle görülür artış izlenir.

Sonuç olarak şunu söylemek mümkündür, YAŞLANMAYA etki eden en önemli parametrelerden birisi MİKROBİYOTAMIZIN (FLOARMIZIN) kalitesidir.

Flora nakli ile ilgili olarak yapmış olduğumuz klinik çalışma sonuçlarını makale haline getirerek, akademik, hakemli, prestijli Amerikan Tıp dergisi olan CUREUS’da yayınladık. Makaleye aşağıdaki linkden ulaşabilirsiniz.

 

https://www.cureus.com/articles/115546-total-gastrointestinal-flora-transplantation-in-the-treatment-of-leaky-gut-syndrome-and-flora-loss#!/

 

Doç Dr Murat KANLIÖZ

Genel Cerrahi Uzmanı

 

 

 

]]>
https://www.docdrmuratkanlioz.com/mikrobiyotamizin-otoimmunite-yaslanma-demans-ve-kronik-hastaliklarla-iliskisi/feed/ 0
Safra Reflüsü Belirtileri Nelerdir? https://www.docdrmuratkanlioz.com/safra-reflusu-belirtileri-nelerdir/ https://www.docdrmuratkanlioz.com/safra-reflusu-belirtileri-nelerdir/#respond Tue, 04 Jun 2024 11:10:51 +0000 https://www.docdrmuratkanlioz.com/?p=4036 Continue reading Safra Reflüsü Belirtileri Nelerdir?]]> Safra Reflüsünü Belirtilerini ve bunların nasıl meydana geldiğini açıklayabilmek için aşağıdaki bazı soruların da yanıtlanması hastalığın daha kolay anlaşılmasını sağlayacaktır.

SAFRA NEDİR?

Safra, karaciğer tarafından üretilen bir salgıdır.

SAFRANIN FONKSİYONLARI NEDİR?

Safranın iki fonksiyonu vardır. Birincisi, karaciğerde ayrıştırmaya uğrayan maddelerin vücuttan atılmasını sağlar. İkinci fonksiyonu da, yağların sindirimi ve yağda eriyen vitaminlerin (A, D, E ve K vitaminleri) bağırsaktan emilimini sağlar.

SAFRA KESESİ NEDİR?

Safra kesesi, karaciğer sağ lobuna yapışık vaziyette, 7-8 cm boyunda, en geniş yerinde 3-4 cm genişlikte, armuta benzeyen, içi boş, torba gibi bir organdır.

SAFRA YOLLARI NEDİR?

Safra yolları, karaciğerde üretilen safranın, ara istasyon olan safra kesinine ve/veya bağırsağa akışını sağlayan kanal sistemine verilen addır.

SAFRA BAĞIRSAKTA NEREYE AKAR?

SAFRA, safra yolları aracılığıyla, mide çıkışından itibaren 10-12 cm ilerideki duodenum 2. kıta (12 parmak bağırsağı) olarak adlandırılan bölgeye akar.

SAFRA KESESİNİN HACMİ NE KADARDIR?

Safra kesesinin hacmi 35-65 cc arasında değişir.

SAFRA KESESİ NE İŞE YARAR?

Safra kesesi, karaciğerde günde 1500-2000 cc kadar üretilen safranın bağırsağa akmadan önceki ön depolanma ve konsantre edilme alanıdır. Karaciğer tarafından üretilen safra, safra kesesinde yaklaşık 10 kat (5-20 kat) konsantre (yoğunlaştırılarak) edilerek depolanır. Yediğimiz gıdaların içeriğindeki yağ oranıyla orantılı olarak, yağların sindirilebileceği kadar konsantre edilmiş safra, safra kesesinin kasılması ile duodenum 2.kıtasına akar.

SAFRA KESESİ CERRAHİ OLARAK ÇIKARTILDIKTAN SONRA NE OLUR?

Safra kesesi herhangi sebebe bağlı olarak (safra kesesi taşı, safra kesesi polibi, safra kesesi tümörü vb.) cerrahi olarak çıkartıldığı durumlarda SAFRA, karaciğerde üretilme hızı ile orantılı olarak aralıksız şekilde bağırsağa (duodenum) akar. Safra kesesi varken konsantre edilerek duodenuma, ihtiyaç olduğu zaman, ihtiyaç olduğu miktarda, konsantre safra günde 150-200 cc akarken, safra kesesi alındıktan sonra sürekli olarak, ihtiyaç gözetilmeksizin, konsantre edilmemiş olarak karaciğerde üretildiği yoğunlukta, 1500-2000 cc safra duodenuma akar. Normalin on katı hacminde safranın duodenuma akmasına bağlı olarak, mide çıkış kısmında bulunan ve bir nevi vana görevi gören PİLOR’un zayıf fonksiyonlu veya fonksiyonsuz olduğu durumlarda safranın bir kısmı mideye kaçar (SAFRA REFLÜSÜ). Buna bağlı olarak mide rahatsızlıkları gelişebilir. Safra kesesinin cerrahi olarak çıkartılmasına bağlı olarak yağların ve yağda eriyen vitaminlerin sindirimi ve emiliminde de problemler oluşur.

SAFRA REFLÜSÜ NEDİR?

Safra Reflüsü, safranın mideye kaçması demektir. Her insanda belirli dönemlerde bir miktar safra mideye kaçabilir ve bu duruma Fizyolojik Safra Reflüsü denir. Fakat geriye çakan miktarının artışı ile birlikte hastalık olarak kabul edilen Alkalen Reflü Gastrit olarak adlandırılan tablo ortaya çıkar.

SAFRA REFLÜSÜ KİMLERDE DAHA FAZLA GÖRÜLÜR?

Safra Reflüsü, mide çıkışında bulunan PİLOR olarak adlandırılan vana sisteminin zayıf olduğu kişilerde görülür. Normalde sindirim sistemindeki içeriklerin akış yönü daima ileri doğrudur ve geriye doğru hareket patolojik bir süreçtir. Safra kesesi alındığı veya safra kesesinin iç hacmi taş veya kitle ile işgal edildiği durumlarda safra kesesi yeterince depolama fonksiyonunu yerine getirememesi nedeniyle, karaciğer tarafından üretilen safra konsantre edilemeden veya daha az konsantre edilerek yüksek hacimde duodenuma aktığı için, taşma etkisi olarak adlandırılabilecek mekanizma ile safranın bir kısmı PİLOR DİSFONKSİYONU olan bu kişilerde mide kaçar. Kaçan safra miktarına ve süreye bağlı olarak şikayetler ortaya çıkar.

PİLOR NEDİR?

PİLOR, mide çıkışında bulunan bir kas demetidir. Pilor, mide çıkışındaki bir VANA gibi çalışır, bu sayede yediğimiz gıdaların midede depolanmasını, midede ön sindirimi gerçekleşmiş gıdaların kontrollü olarak olarak duodenuma akışını, duodenum içeriğinin mideye geri kaçışını engelleme fonksiyonlarını gerçekleştirir.

 PİLOR YETMEZLİĞİ (DİSFONKSİYONU) NEDİR?

PİLOR YETMEZLİĞİ, pilorun VANA fonksiyonunu hiç gerçekleştirememesi veya kısmen gerçekleştirebilmesi durumudur. Pilor normal fonksiyonda ise NORMOTONİK PİLOR, kısmen kaçak varsa HİPOTONİK PİLOR, tamamen fonksiyonsuz ise ATONİ PİLOR olarak adlandırılır.

SAFRA REFLÜSÜ NEYE SEBEP OLUR?

Safra Reflüsü, Alkalen Reflü Gastrite, mide yanmasına, bağırsak infeksiyonlarına, sık sık ishallere, sindirim sistemi florası bozukluğuna, flora disbiyozisine, midede Helikobakter Pilori infeksiyonuna, bağırsak huzursuzluğuna, aşırı gaza, geğirtiye, karın ağrısına, ağız kokusuna, uyku bozukluğuna, beslenme bozukluğuna vb. neden olabilir.

SAFRA REFLÜSÜ BELİRTİLERİ NEDİR?

Safra Reflüsü Belirtileri; karın ağrı, midede sürekli yanma hissi, yemekler sonrasında şikayetlerin azalması, açlıkta şikayetlerin artması, kilo kaybı, ağız kokusu, aşırı gaz, geğirti, bağırsak huzursuzluğu, beslenme bozukluğu, sık sık ishal vb.

SAFRA REFLÜSÜ NASIL TEŞHİS EDİLİR?

Safra Reflüsü, endoskopik inceleme yapılarak teşhis edilir. Yapılan endoskopide midede safralı yeşil renk içerik izlenir. Mideye kaçan safranın etkisi ile Alkalen Reflü Gastrit tablosu gözlenir (mide iç yüzeyinde kızarıklık, ödem, bazen kanama alanları, ülser vb.). Yapılan endoskopik incelemede mide çıkış kısmına endoskopi cihazının ucuyla hafif mekanik uyarı yapıldığında PİLOR normalde kapanır, buna normal pilor yapısı denir (NORMOTONİK PİLOR). Fakat safra reflüsü olanlarda endoskopik incelemede pilor ya tam olarak kapanmaz (HİPOTONİK PİLOR) ya da hiç kapanmaz (ATONİK PİLOR) olarak izlenir.

SAFRA REFLÜSÜ MİDEYE HANGİ MEKANİZMA İLE ZARAR VERİR?

Mide içi asidik bir ortamdır ve pH 1,5-2’dir. Safra ise bazik olup pH 8-8,5’dur. Mide içerisine kaçan safra mide iç yüzeyini dış etkilerden koruyan MUKUS adı verilen yapıyı aşındırarak, mide iç yüzeyinde KİMYASAL BAZİK YANIK oluşturur. Bu bazik yanığa bağlı olarak ALKALEN REFLÜ GASTRİT tablosu ortaya çıkar.

SAFRA REFLÜSÜ NASIL TEDAVİ EDİLİR?

Safra Reflüsünde safranın mide yüzeyine temasını önleyici yüzey sıvayıcı ilaçlar verilerek mide yüzeyi korunmaya çalışılır. Fakat asıl sorun ortadan kaldırılmadan safra reflüsü kalıcı olarak tedavi edilemez. Safra reflüsünü tedavi etmek için ya pilora tekrar fonksiyon kazandırmak ya da safranın mide geri kaçışını engelleyecek anatomik yapıyı değiştirici ameliyatlar yapmak gerekir. Bizler klinik olarak, mevcut anatomiyi bozmadan endoskopik olarak pilor çevresine dolgu enjeksiyonları yaparak pilora yeniden fonksiyon kazandıran PİLOR REVİZYONU olarak adlandırdığımız tekniği uygulamaktayız. Eğer pilora tekrar fonksiyon kazandırılamazsa yapılacak diğer tedavi Duodenal Switch ameliyatıdır.

PİLOR REVİZYONU NEDİR?

PİLOR REVİZYONU, piloru tam veya hiç kapanmayan hastalarda pilordaki kaçağı önlemeye yönelik uygulanan, endoskopik girişimsel bir prosedürdür.

PİLOR REVİZYONU NASIL YAPILIR?

Pilor Revizyonu, sedasyon anestezisi ile endoskopik olarak girilerek HİPOTONİK ve ATONİK yapıda pilora sahip hastaların pilor çevresine dolgu enjeksiyonlar yapılarak pilordaki  kaçağa sebep olan açıklığın kapatılması işlemidir. Bu sayede safralı içeriğin mideye geri kaçışı önlenir. İşlem toplam 15 dakikada tamamlanır. Hasta aynı gün günlük yaşantısına dönebilir. Hastanede yatış gerekmez. İşlemden 2 saat sonra hastaneden taburcu edilir.

PİLOR REVİZYONU KALICIMIDIR VE ETKİ SÜRESİ NE KADARDIR?

Yapılan klinik çalışmamızda ortalama 32 aylık takip süresinde ‘’Pilor Revizyonu’’ yaptığımız hastaların kontrol endoskopilerinde yapılan ’Pilor Revizyonunun’’ etkinliği hastaların %92’sinde halen devam etmektedir.

 PİLOR REVİZYONU İLK KEZ KİM TARAFINDAN TANIMLANMIŞ ve UYGULANMIŞTIR?

PİLOR REVİZYONU, ilk kez ‘’Doç Dr Murat KANLIÖZ’’ tarafından tanımlanmış ve uygulanmıştır. Pilor Revizyonu ile safra reflüsünün önlenebileceği bilimsel akademik yayın ile ispat edilmiştir. Klinik çalışma sonuçları ve tekniğin tanımlanması, hakemli, Amerikan Tıp dergisi olan CUREUS dergisinde 2023 yılında yayınlanmıştır. İşleme PİLOR REVİZYONU ismi tekniği bulan ve tanımlayan kişi olan Doç Dr Murat KANLIÖZ tarafından verilmiştir.

https://www.cureus.com/articles/148649-a-new-and-effective-technique-in-the-endoscopic-treatment-of-obesity-and-regulation-of-diabetes-the-pyloric-revision#!/

SAFRA REFLÜSÜNDE DUODENAL SWİTCH AMELİYATI NASIL YAPILIR?

Duodenal Switch ameliyatında, mide ile ince bağırsak arasındaki geçiş midenin hemen çıkışından kapatılır. Mide çıkışından itibaren 150 cm ileride ince bağırsak tam kat kesilir ve bir gelen bir de giden uç olmak üzere iki uca ayrılır. Giden bağırsak segmentindeki ayrılmış uç mideye ağızlaştırılır (anastomoz yapılır). Mideye ağızlaştırılan bağırsak segmentinin 75. cm’sine de ayrılmış olan bağırsağın diğer ucu ağızlaştırılarak hem safra hem de mide içeriği akışı sağlanmış olur. Bu şekilde safra akışı mideden uzaklaştırıldığı için mideye safra geri kaçışı engellenmiş olur.

DUODENAL SWİTCH AMAELİYATININ OLASI KOMPLİKASYONLARI NEDİR?

Yapılan ameliyata bağlı olarak %1-2 oranında anastomoz kaçağı ve kanama olabilir. Yapılan ameliyata bağlı olarak mide içeriğinin bağırsağa ilk temas noktası bağırsağın 150. cm’inde olacağı için yemekler sonrası karında şiddetli ağrı, şişkinlik, aşırı gaz oluşabilir. Bu tablo DUMPİNG SENDROMU olarak adlandırılır. DUODENAL SWİTCH ameliyatından sonra Dumping Sendromu %10-15 oranında görülür ve bu şikayetler ömür boyu devam edebilir. Karbohidratların sindirilerek emilimi mide çıkışı sonrası ilk 100 cm’lik kesimde olur. Duodenal Switch sonrası karbohidrat emilim bozuklukları gözlenir. Dumping sendromu oluşumunda suçlanan en önemli faktör yoğun karbohidratlı içeriğin 150. cm’den sonra bağırsağa temas etmesi olarak ifade edilmektedir.

SAFRA REFLÜSÜNDE DUODENAL SWİTCH AMELİYATI NE ZAMAN YAPILMALIDIR?

Duodenal Switch ameliyatı, safra reflüsüne bağlı yaşam kalitesinin ileri derecede bozulduğu, başka herhangi yöntemle tedavi edilemediği zaman yapılmalıdır. Duodenal Switch, Alkalen Reflü Gastritte son seçenek olarak değerlendirilmesi gereken bir ameliyattır.

PİLOR REVİZYONUNUN DUODENAL SWİTCH AMELİYATINA KARŞI AVANTAJLARI NEDİR?

  • Duodenal Switch ameliyatındaki cerrahi risklerin hiç biri yoktur
  • Anatomik yapı bozulmaz
  • Hastanede yatış gerektirmez
  • İş gücü kaybı olmaz
  • Beslenme bozukluğuna sebep olmaz
  • Dumping sendromu izlenmez
  • Ucuzdur
  • İnvaziv bir girişim değildir
  • İş gücü kaybına neden olmaz
  • Son derece etkilidir

PİLOR REVİZYONUNUN DUODENAL SWİTCH AMELİYATINA GÖRE DEZAVANTAJLARI NELERDİR?

Pilor Revizyonu işleminin Duodenal Switch ameliyatına göre herhangi dezavantajı YOKTUR.

 

Doç Dr Murat KANLIÖZ

Genel Cerrahi Uzmanı

]]>
https://www.docdrmuratkanlioz.com/safra-reflusu-belirtileri-nelerdir/feed/ 0
Pangastrit Nedir? https://www.docdrmuratkanlioz.com/pangastrit-nedir/ https://www.docdrmuratkanlioz.com/pangastrit-nedir/#respond Fri, 31 May 2024 13:49:55 +0000 https://www.docdrmuratkanlioz.com/?p=4032 Continue reading Pangastrit Nedir?]]> PANGASTRİT NEDİR?

PANGASTRİT nedir sorusunu yanıtlamadan önce, GASTRİT nedir bunu tanımlamamız daha doğru olacaktır. Çünkü PANGASTRİT gastrit olgularını tanımlayan başlıklardan sadece bir tanesidir. GASTRİT, mide iç tabakasının birçok sebepten kaynaklı olarak iltihaplanması durumudur. Gastritler de kendi içerisinde süresine bağlı olarak, son üç hafta gelişmiş ise AKUT GASTRİT, altı hafta veya daha uzun süreden beri devamlılık gösteriyor ise KRONİK GASTRİT olarak adlandırılır. Bir de SUBAKUT GASTRİT olarak tanımlanan bir durum vardır, bunda da akut gastritin alevlenme dönemi geçmiş ve iyileşmeye doğru giden süreci tanımlanır.

Gastritin mide duvarında yaptığı erezyonun derinliğine göre de tanımlamalar yapılır. Süperfisiyal Gastsrit, hafif yüzeyel tutulumlar için kullanılan bir tanımdır. Ödematöz Gastrit biraz daha ciddi tabloyu gösterir ve beraberinde eşlik eden ödem de tabloya eklenmiştir. Hemorajik Gastrit, gastrit ile birlikte kanamaların da olduğunu söyler. Eroziv Gastrit, mide yüzeyinde doku kaybı ile seyreden gastrit tablosudur. Ülseröz Gastrit ise gastrit ile birlikte mide içerisinde yaraların da oluştuğunu tarifleyen ağır bir tablodur.

Gastrit midenin hangi bölgesini veya ne kadarlık kısmını tutuyor ise ona göre de adlandırılır. DİSTAL Gastrit, midenin çıkış bölgesine yakın kısımları tutar ve ANTRAL Gastrit olarak da adlandırılır. PROKSİMAL Gastrit, midenin üst kısımlarını tutar. DİFFÜZ Gastrit, gastritin geniş alanı tutuğunu gösteren bir terimdir. PANGASTRİT ise midenin tümünün tutulumunu gösterir ve bazen de Total Gastrit olarak da adlandırılır. SUBTOTAL Gastrit ile midenin büyük çoğunluğunu tutan gastrit anlatılmaya çalışılır.

PANGASTRİT ALT TİPLERİ NELERDİR?

Pangastrit, süresine bağlı olarak AKUT PANGASTRİT, SUBAKUT PANGASTRİT ve KRONİK PANGASTRİT olarak isimlendirilir.

Pangastrit, mide yüzeyinde oluşturduğu hasara bağlı olarak da SÜPERFİSİYAL PANGASTRİT, ÖDEMATÖZ PANGASTRİT, HEMORAJİK PANGASTRİT, EROZİV PANGASTRİT ve ÜLSERÖZ PANGASTRİT şeklinde adlandırılmaktadır.

PANGASTRİT NASIL OLUŞUR?

Mide iç yüzeyini bir zırh gibi sıvayan, jelimsi, sümüksü bir salgı vardır, bu salgı mukus olarak adlandırılır. Mukus sayesinde mide iç yüzeyi hem sindirim sistemi salgılarının, hem de gıdaların mide yüzeyine direkt temasını önler. Bu sayede mide iç yüzeyi sindirim salgıları ve gıdaların yıpratıcı etkisinden korunmuş olur.

Pangastrit olgularında mukus tabakasında oluşan erezyon önemli bir tetikleyici faktördür. Ayrıca mide asit salgısındaki artış, safralı ince bağırsak içeriğinin mideye geri kaçışı (ALKALEN REFLÜ) da mukus tabakasındaki erezyona sebep olur. Bunların dışında mide içerisindeki faydalı mikroorganizma çeşitliliğinin (florasının) bozulması veya azalması da iltihabi süreci başlatabilir (Midede Helikobakter Pilori kolonizasyonu vb.). Midenin asit içeriği ve mide florası dışarıdan gelen patojenler için en önemli defans mekanizmalarından biridir. Bu mekanizmaların bozulması beraberinde Mide ve bağırsak florasında hasara sebep olur.

 

PANGASTRİT OLUŞTURAN SEBEPLER NELERDİR?

Pangastrit oluşturan sebeplerin başlıcaları:

  • Midede mukus salgılayan hücrelerdeki işlevsizlik nedeniyle mukus salgısının azalması veya mukus kalitesinin bozulması.
  • Mide asit salgını artıran sebepler ( Stres, Gastrinoma vb.)
  • Aşırı asit içerikli ve asit salgılatan gıdalar (bitter çikolata, portakal, limon vb.)
  • Aşırı alkol tüketimi
  • Bazı kimyasallara kronik maruziyet veya istemli tüketimine bağlı oluşan mide yüzey yanıkları
  • Mide florasının bozulması ( Helikobakter Pilor enfeksiyonu vb)
  • Uzun süre açlık (Açlık grevi, ölüm oruçları, oruç, ağızdan beslenememe)
  • Derin beslenme yetersizlikleri
  • Mide çıkışındaki vana mekanizması olan PİLOR DİSFONKSİYONUNA bağlı ALKALEN REFLÜ GASTRİT
  • Özellikle Non-Steroid Anti Enflematuar olarak bilinen ağrı kesicilerin yüksek doz veya uzun süreli kullanımları ( Apranax, Aprol, Dicloron vb.)
  • Kemoterapi
  • Radyoterapi

PANGASTRİT BULGULARI NELERDİR?

Mide ağrısı, bulantı, halsizlik, uykusuzluk, depresyon, dikkat bozuklukları, kansızlık, hazımsızlık, aşırı gaz, geğirti, ağız kokusu, şişkinlik, iştahsızlık, kilo kaybı.

PANGASTRİT NASIL TEŞHİS EDİLİR?

En önemli ve tanı değeri en yüksek teşhis yöntemi endoskopik incelemedir. Tüm endoskopik incelemelerde helikobakter pilori ve tümöral gelişim açısından çoklu noktadan biopsi alınarak patolojik inceleme de yapılır.

PANGASTRİT NELERE SEBEP OLABİLİR?

  • Huzursuzluk
  • Depresyon
  • Uyku bozukluğu
  • Ağız kokusu
  • Kansızlık (anemi)
  • Mide kanaması
  • Mide ve bağırsak huzursuzlukları
  • Mide delinmesi
  • Midede kronik yaralar
  • MİDE TÜMÖRÜ

PANGASTRİT TEDAVİ EDİLMEZSE NE OLUR?

Pangastrit olguları tedavi edilmediği takdirde kronikleşir. Kronikleşen olguların kendi kendine iyileşmesi söz konusu değildir. Akut Pangastrit, mide delinmesi ve kanamaya neden olur. Kronikleşen olgular ise mide kanserine zemin hazırlar. Ayrıca kronik Pangastritlerde kansızlık çoğunlukla tabloya eşlik eder.

PANGASTRİT NASIL TEDAVİ EDİLİR?

Pangastrit oluşumuna neden olan etken tespit edilerek sebebe yönelik tedavi programları uygulanır.

Akut Pangastrit olgularını tedavi etmek kronik olgulara göre daha kolaydır. Fakat akut olgular genelde çok dramatik ve gürültülü bir tablo sağlık kuruluşlarına başvururlar ve de son derece ajitedirler. Fakat tedaviye çoğunlukla hızlı ve olumlu yanıt verirler. Kronik Pangastritlerde durum biraz daha zordur ve tedavi uzun zaman alabilir.

Tedavideki en önemli unsur altta yatan sebebin ortadan kaldırılmasıdır. Bu bazen kullanılan yoğun ağrı kesici olup bunu engellemek mümkünken, bazen de kemoterapi veya radyoterapi gibi durdurmanın mümkün olamayacağı durumlar söz konusu olabilir.

Sebep Helikobakter Pilori ise bunun FLORA NAKLİ ile tedavisi yapılabilir. Helikobakter Pilori çoğunlukla 3-4 haftalık çoklu antibiyotiklerle tedavi edilmektedir. Fakat antibiyotik tedavisi geride kalan florayı da öldürdüğü için iki ucu keskin bıçak gibidir.

Pangastrit olgularının önemli bir kısmı mide asit salgısı artışı ile olmaktadır. Bu olgularda asit salgısını azaltıcı PPI (proton pompa inhibitörü) ilaçlar (Panto vb.) ve asid nötralize edici anti asit ilaçlar (talcid, rennie vb.) kullanılır.

Pangastritte çoğunlukla mukus salgısında azalma nedeniyle mide iç yüzeyine mide salgıları ve gıdaların direkt temasından dolayı zarar verdiği için, bunlara mide iç yüzeyini mukus benzeri sıvayan ilaçlar aç karnına günde dört kez verilir ( Antepsin vb.).

PANGASTRİT KOMPLİKASYONLARININ TEDAVİSİ

Pangastrit ciddi komlikasyonlarla seyreder ve bunlar çoğunlukla tedaviye muhtaçtır. En fazla komplikasyon tedavisi anemiye sebep olan etkenlerin tedavisidir. Bunlar demir preparatları, Vit B12 takviyeleri şeklinde olur.

Oluşan aşırı gaz nedeniyle destek tedavi vermek gerekebilir.

Uykusuzluk için sedasyon sağlayıcı ilaç takviyeleri gerekebilir.

Mide kanamalarında hastaneye yatırılarak tedavi edilmesi gerekir.

En ağır tablolardan birisi de mide delinmeleridir. Bunlarda yapılacak tek tedavi cerrahidir.

Mide kanserleri açısından da düzenli aralıklarla takip edilmesi gerekir.

Bilgilendirme videoları için Youtube kanalımı ziyaret edebilirsiniz.

]]>
https://www.docdrmuratkanlioz.com/pangastrit-nedir/feed/ 0
Otizm ve Mikrobiyota İlişkisi https://www.docdrmuratkanlioz.com/otizm-ve-mikrobiyota-iliskisi/ https://www.docdrmuratkanlioz.com/otizm-ve-mikrobiyota-iliskisi/#respond Mon, 08 Apr 2024 09:21:56 +0000 https://www.docdrmuratkanlioz.com/?p=4019 Continue reading Otizm ve Mikrobiyota İlişkisi]]> TANIMLAR:
  • Otizm: Konuşma ve dil bozuklukları, zihinsel bozukluk, öğrenme ve motor fonksiyon bozuklukları ile karakterize karmaşık bir davranışsal sendromdur.
  • Gastro İntestinal Sistemde (GİS): Ağızdan anüse kadar olan sindirim sisteminin tamamını tanımlar.
  • Mikrobiyota: Mikrobiyota, “kommensal, simbiyotik ve patojenik mikroorganizmaların oluşturduğu ekolojik komünitelerdir” ve bitkilerden hayvanlara kadar incelenmiş tüm çok hücreli organizmaların iç ve dış yüzeylerinde bulunurlar. Mikrobiyota, bakteriler, arkealar, protistler, mantarlar ve virüsleri içerir. Bulundukları yere göre ‘’Bağırsak Mikrobiyotası’’, ‘’Ağız içi Mikrobiyotası’’ şeklinde isimlendirilirler. Bulundukları ve yerleştikleri yerler tesadüfi değildir. Her biri bulunduğu bölgeye özel fonksiyonlara sahiptir. Kısaca vücudumuzda yaşayan ve insan hücresi olmayan mikroorganizmaların (bakteri, mantar, virüs ve protozoa ailelerinin) toplamı olarak da tanımlayabiliriz. Aynı zamanda FLORA olarak da adlandırılır.
  • Mikromiyom: Mikrobiyotayı oluşturan genom yapısını tanımlar.
  • Geçirgen Bağırsak Sendromu (GBS) / Leaky Gut Syndrome (LGS): Bağırsak emilim yüzeyindeki bariyerler sayesinde bağırsaklarımız seçici geçirgen özelliğe sahiptir. Mikrobiyota biyoçeşitliliğinin azalması, patojen mikroorganizmaların artışı (Disbiyozis), ince bağırsaklarda aşırı bakteri artışı (SİBO HASTALIĞI) ve kaliteli mukus salgısının sürdürelememesi sonrasında bağırsaklarımız ‘’SEÇİCİ GEÇİRGEN’’ özelliğini yitirir. Bu tablo ile seyreden hastalıkların çatı tanımlaması GEÇİRGEN BAĞIRSAK SENDROMUDUR.
  • Disbiyozis: Bağırsaklarda faydalı mikroorganizmalar (FLORA) yerine patojen mikroorganizmalarının artışını tanımlar.
  • Trimester: İnsandaki 9 aylık gebelik süresinin her 3 aylık dönemlerine verilen addır.
  • Fetus: Hamileliğin 9-40. haftalar arasındaki ana rahmindeki canlıya verilen addır. İlk sekiz hafta Emriyonal dönem olarak adlandırılır.
  • Komensalizm: iki organizmanın kurduğu ortak yaşamda, bir canlının yarar sağladığı, diğerininse bu ortaklıktan etkilenmediği yaşam türüdür.
  • Simbiyozis: iki canlının tek bir organizma gibi birbirleriyle yardımlaşarak bir arada yaşamalarıdır.
  • Patojen: Hastalığa neden olan her türlü organizma ve madde.

OTİZM, alışılmadık davranışlar, çevresiyle iletişim ve ilişki kurmadaki zorluklar, çevreden gelen duyusal sinyallere ilgisizlik veya aşırı duyarlılık yanıtlarıyla karakterize bir hastalıktır (1). Otizm tanısı çoğunlukla 2-3 yaşlarında, çocuğun iletişim kurma ve beceri eksikliği nedeniyle hekime götürülmesi sonrasında konulur. Otizmde hem genetik hem de çevresel faktörler rol oynamaktadır, ancak çoğu Otizm vakası idiyopatiktir (sebebi bilinmez) (2). Otizm erkeklerde kadınlardan daha fazla gözlenir (3). Yapılan geniş ölçekli çalışmalarda her 46 canlı doğumdan birinin otistik olduğu bilinmektedir (4). Otizm oluşmasında suçlanan birçok faktör bulunmaktadır. Bunların önemli bir kısmı embriyonal ve fetal hayatta karşılaşılan durumlar, bir kısmı doğum şekli ile ilgili olanlar ve bir kısmı da doğum sonrası yaşanan süreçlerle ilişkilendirilmektedir. Hamilelik sırasında annenin enfeksiyonu, mikrobiyal kompozisyonun değişmesine ve ayrıca otizm riskinin artmasına neden olabilir. Hamilelik sırasında enfeksiyon nedeniyle hastaneye kaldırılan kadınların otistik çocuk doğurma riskinin daha yüksek olduğu belirlendi. Gebeliğin ilk trimesterindeki viral enfeksiyonlar ve ikinci trimesterdeki bakteriyel enfeksiyonlar, otistik çocuk doğurma riskinin daha yüksek olmasıyla ilişkilendirilmektedir (5).

Kang ve arkadaşları yaptıkları çalışmada, otistik çocukların önemli ölçüde daha kısa emzirme süresi yaşadıklarını rapor etmişlerdir (6). Yaklaşık 2,6 milyon çocuğu içeren nüfusa dayalı kayıttan elde edilen bilgileri kullanan İsveçli bilim insanları Urran ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada, doğal vajinal doğumla karşılaştırıldığında sezaryen doğumlarda, çocukta otizm gelişme riskinin %20 daha yüksek olduğunu bildirmişlerdir (7). Pek çok otistik çocuğun, yaşamlarının ilk yıllarında yüksek dozda oral antibiyotik aldığı da bilinmektedir(2). Erken doğum, doğum şekli ve emzirme, yenidoğanların bağırsak mikrobiyal kompozisyonunu etkiler. Anne sütüyle beslenen vajinal yolla doğan bebekler en sağlıklı mikrobiyota bileşimine sahiptir. (8). Birlikte ele alındığında, çok düşük doğum ağırlığıyla erken doğan, sezaryenle doğan, anne sütü ile beslenmeyen çocuklarda otizm gelişme riskinin daha yüksek olduğu gözlenmiştir (9 ). Uzun süre hastanede yatmış olanlarda, uzun süre antibiyotik tedavisi görenlerde veya anneleri hamilelik sırasında enfeksiyon geçirenlerde çok daha yüksek oranda otizm teşhis edilmektedir (5, 10). Alam ve arkadaşlarının yaptığı geniş tabanlı epigenetik araştırmada, hamilelik sırasındaki enfeksiyonlarda, beyindeki miyelinasyonun değişmesine ve muhtemelen otizmde gözlemlendiği gibi davranış değişikliklerine neden olabileceği rapor edilmektedir (11)

Otizm ile mikrobiyota arasındaki ilişki pek çok çalışma ile ortaya konulmuştur. Bağırsaklarımız seçici geçirgen özelliğe sahiptir ve bu bariyer sayesinde birçok zararlı etkenden korunmuş oluruz.  Bağırsak bariyeri, kommensal bağırsak mikrobiyotasından, mukus tabakasından ve sıkı bağlantılarla bağlanan epitel hücrelerinden oluşur (12). Otizmlilerde bu bariyerin otizmli olmayan bireylere oranla daha fazla bozulduğu, mikrobiyata (FLORA) biyoçeşitliliğinin azaldığı, disbiyozis ve SİBO’ya daha fazla rastalandığı birçok klinik çalışmada gösterilmiştir. Aynı zamanda annede mikrobiyota çeşitliliğinin azalması, SİBO ve Disbiyozisin çocukta otizm gelişmesiyle direkt ilişkili olduğu gösterilmiştir.

Mikrobiyotanın, Gastro İntestinal Sistemde (GİS) yani ağızdan anüse kadar olan sindirim sistemi boyunca mevcut fizyolojik (sağlıklı) yapının korunmasında önemli bir rolü olduğu, bir kısım sindirim sistemi (Gıda Alerjisi, İBS, Çölyak Hastalığı, Gluten Hassasiyeti, Ülseratif Kolit, Crohn Hastalığı vb.) ve sindirim sistemi dışı hastalıklarda (Otizm, Otoimmün Artrit, Otoimmün Vaskülit, Sedef hastalığı, Dermatit, Vitiligo, Depresyon, Tip 2 Diyabet vb.) BAĞIRSAK FLORASINDA (mikrobiyotada) niteliksel ve niceliksel değişimler olduğu Mangiola ve arkadaşlarının yaptığı klinik çalışmada gösterilmiştir. (13). Mangiola ve arkadaşlarının yaptığı araştırmada, bağırsak mikrobiyotasının bozulmasının Otizmin oluşmasında, mevcut otizmin yönetilebilmesinde ve tedavisinde son derece önemli olduğunu ortaya koydular. Eldeki mevcut kanıtlar bağırsak mikrobiyotasındaki bozulmanın otizm ve duygu durum bozukluklarının gelişiminde anahtar rol oynadığını göstermektedir (13). Biriken kanıtlar, otizmli çocuklarda bağırsak mikrobiyotasının bileşimindeki değişiklikler ile hem gastrointestinal hem de nörodavranışsal semptomlar arasında bir bağlantı olduğunu göstermiştir. Otizmde bağırsak disbiyozunun geniş çapta kanıtlandığını gösterdi. (14). Otizmli birçok çocukta bağırsak geçirgenliğinde artış, genel mikrobiyota değişiklikleri ve bağırsak enfeksiyonu da dahil olmak üzere GİS fizyolojisinde anormallikler görülür. Dahası, otistikler “seçici yiyicilerdir” olarak tanımlanır ve otizm hastalarında belirli duyusal kalıpların varlığı, beslenmeyi engelleyen ana unsurlardan birini temsil edebilir. GİS bozuklukları, bağırsak mikrobiyotasının değişen bileşimi ile ilişkilidir. Bağırsak mikrobiyomu, mikrobiyotadan türetilmiş sinyal molekülleri, bağışıklık sistemi elemanları ve bağırsak hormonlarının yanı sıra vagal ve spinal afferent nöronlar aracılığıyla beyin aktiviteleriyle iletişim kurabilmektedir (15).

Mikrobiyota, insan vücudunda kolonileşen bir grup mikroorganizmadır ve bu grubun bileşimi tesadüfi değildir; Mikrobiyom terimi ise belirli bir ortamdaki tüm mikroorganizmaların genomlarını kapsar. Bu karmaşık ekosistem, konağın sağlığını önemli ölçüde etkileyen olumlu ve olumsuz ilişkiler ağıyla karakterize edilir (16). Mikrobiyota biyoçeşitliliğini oluşturan her bir üye özel fonksiyonlara sahiptir. Şimdiye kadar tüm sindirim sistemi boyunca birbirinden farklı 1054 çeşit FLORA (mikrobiyota) bakterisi tesbit edilmiştir. Hiçbir üye ait olduğu lokalizasyon dışında yerleşmez ve yaşamaz (17). Mikrobiyal bileşim yaşa, diyete, hastalıklara, coğrafyaya ve paylaşılan çevreye göre değişir (18).

Vücudun en büyük yüzeyi olan Gastro İntestinal Sistem(GİS), bağırsak bariyeriyle ayrılmış trilyonlarca mikroorganizma barındırır. Yalnızca bağırsaklarımızda yaşayan FLORA bakterisi sayısı vücudumuzun tüm hücrelerin 10 katı kadardır (19). GİS’deki tüm mikroorganizmaların da %90’ı ince ve kalın bağırsakların başlangıç kısımlarında kolonize olur (20).

Otizmde birçok yeme alışkanlıklarının, gıdalara bağlı gelişen agresif davranışların FLORA ile direkt ilgisi vardır. Disbiyozun yanı sıra GİS semptomları da Otizimli çocuklarda normal popülasyonla karşılaştırıldığında dört kat daha yaygındır. Otizmli çocuklarda en sık görülen gastrointestinal semptomun kabızlık olduğu belirlendi. Aynı yazarlar katı ısrarcı davranış ile kabızlığın ortaya çıkışı arasında da bir bağlantı buldular (21). Otistik çocuklarda GİS problemlerinin daha fazla öfke nöbetlerine, agresif davranışlara ve uyku bozukluklarına yol açtığı, GİS belirtileri olmayan otistik bireylerle karşılaştırıldığında davranışı daha da kötüleştirdiği rapor edilmiştir (22). Yapılan bir araştırmada  otistik çocuklarda gözlenen saldırganlık, kendine zarar verme veya uyku bozukluğu gibi davranış değişikliklerinin karın rahatsızlığının bir ifadesi olabileceği ileri sürülmektedir (23).

Vücudumuzda bağırsak mikrobiyotası birçok önemli işlevi yerine getirir. Birincisi, bağırsakların düzgün işleyişini sürdürerek uygun pH’ı, uygun bağırsak peristaltizmini ve düzenli bağırsak hareketi ritmini sağlar. Bağırsaklarda kolonileşen mikroorganizmalar, sindirim enzimleri salgılayarak veya karmaşık besin maddelerini daha basit organik bileşiklere ve yağ metabolizmasına dönüştürerek yalnızca gıdanın sindirimine katılmakla kalmaz, aynı zamanda sindirilmiş gıdanın emilimine de katkıda bulunur. Yukarıda belirtilen işlevlere ek olarak, bağırsak mikrobiyotası, başta B grubu olmak üzere bir kısım vitaminlerin sentezlenmesinden de sorumludur (24). Sindirilmeyen karbonhidratların (çoğunlukla diyet lifi) anaerobik fermantasyonu yoluyla bağırsak mikroorganizmaları, kolonun epitel hücresi (kolonositler) için birincil enerji kaynağı olan kısa zincirli yağ asitlerini üretir (25). Bağırsak mikrobiyotasının bir diğer önemli rolü de toksinlerin ve kanserojen bileşiklerin nötralizasyonudur (26). Ayrıca bağırsak mikroorganizmaları bağırsak bariyerini oluşturarak vücudumuzu patojenik faktörlerin nüfuzuna karşı da korur (27). Azouz ve arkadaşlarına göre yaşları 3 ile 12 arasında değişen 40 otistik çocuktan oluşan bir grupta %82,5’inde gastrointestinal semptomların görüldüğü bildirilmiştir (28). Otizmli çocuklarda kabızlık , ishal, şişkinlik, karın ağrısı, reflü, kusma, aşırı bağırsak gazı, kötü kokulu dışkı ve gıda alerjileri gibi çok çeşitli gastrointestinal semptomlar bulunur  (29). Kang ve arkadaşların yaptıkları çalışmada otistik çocuklarda bulunan düşük bakteri çeşitliliğinin gastrointestinal semptomların şiddeti ile ilişkili olduğu tesbit edilmiştir (2 )

Otizmli hastaların sindirim sistemi problemlerini tedavi etmenin en etkin ve kalıcı yöntemi FLORA NAKLİDİR (30). Sağlıklı ve biyoçeşitliliği yüksek en az bir donörden yapılacak flora nakli ile hastanın sindirim sistemi mikrobiyotası yeniden tesis edilmiş olur. Flora nakli hakkındaki tüm teknik detaylara https://www.docdrmuratkanlioz.com/flora-nakli/ linki tıklayarak ulaşabilirsiniz.

 

Doç Dr Murat KANLIÖZ

Genel Cerrahi Uzmanı

 

KAYNAKÇA:

  1. Puricelli C., Rolla R., Gigliotti L., Boggio E., Beltrami E., Dianzani U., Keller R. The gut-brain-immune axis in autism spectrum disorders: A state-of-art report. Front. Psychiatry. 2022;12:755171. doi: 10.3389/fpsyt.2021.755171.
  2. Kang D.W., Park J.G., Ilhan Z.E., Wallstrom G., Labaer J., Adams J.B., Krajmalnik-Brown R. Reduced incidence of Prevotella and other fermenters in intestinal microflora of autistic children. PLoS ONE. 2013;8:e68322. doi: 10.1371/journal.pone.0068322.
  3. Mezzelani A., Raggi M.E., Marabotti A., Milanesi L. Ochratoxin A as possible factor trigging autism and its male prevalence via epigenetic mechanism. Nutr. Neurosci. 2016;19:43–46. doi: 10.1179/1476830515Z.000000000186.
  4. Sharon G, Cruz NJ, Kang DW, Gandal MJ, Wang B, Kim YM, Zink EM, Casey CP, Taylor BC, Lane CJ, Bramer LM, Isern NG, Hoyt DW, Noecker C, Sweredoski MJ, Moradian A, Borenstein E, Jansson JK, Knight R, Metz TO, Lois C, Geschwind DH, Krajmalnik-Brown R, Mazmanian SK. Human Gut Microbiota from Autism Spectrum Disorder Promote Behavioral Symptoms in Mice. Cell. 2019 May 30;177(6):1600-1618.e17. doi: 10.1016/j.cell.2019.05.004. PMID: 31150625; PMCID: PMC6993574.
  5. Madore C., Leyrolle Q., Lacabanne C., Benmamar-Badel A., Joffre C., Nadjar A., Laye S. Neuroinflammation in Autism: Plausible Role of Maternal Inflammation, Dietary Omega 3, and Microbiota. Neural Plast. 2016;2016:3597209. doi: 10.1155/2016/3597209.
  6. Kang D.W., Adams J.B., Gregory A.C., Borody T., Chittick L., Fasano A., Khoruts A., Geis E., Maldonado J., McDonough-Means S., et al. Microbiota Transfer Therapy alters gut ecosystem and improves gastrointestinal and autism symptoms: an open-label study. Microbiome. 2017;5:10. doi: 10.1186/s40168-016-0225-7.
  7. Urran E.A., Dalman C., Kearney P.M., Kenny L.C., Cryan J.F., Dinan T.G., Khashan A.S. Association Between Obstetric Mode of Delivery and Autism Spectrum Disorder: A Population-Based Sibling Design Study. JAMA Psychiatry. 2015;72:935–942. doi: 10.1001/jamapsychiatry.2015.0846.
  8. Arora S.K., Dewan P., Gupta P. Microbiome: Paediatricians’ perspective. Indian J. Med. Res. 2015;142:515–524. doi: 10.4103/0971-5916.171275.
  9. Groer M.W., Gregory K.E., Louis-Jacques A., Thibeau S., Walker W.A. The very low birth weight infant microbiome and childhood health. Birth Defects Res. C Embryo Today. 2015;105:252–264. doi: 10.1002/bdrc.21115.
  10. Berding K., Donovan S.M. Microbiome and nutrition in autism spectrum disorder: current knowledge and research needs. Nutr. Rev. 2016;74:723–736. doi: 10.1093/nutrit/nuw048.
  11. Alam R., Abdolmaleky H.M., Zhou J.R. Microbiome, inflammation, epigenetic alterations, and mental diseases. Am. J. Med. Genet. B Neuropsychiatr Genet. 2017;174:651–660. doi: 10.1002/ajmg.b.32567.
  12. Viggiano D., Ianiro G., Vanella G., Bibbo S., Bruno G., Simeone G., Mele G. Gut barrier in health and disease: focus on childhood. Eur. Rev. Med. Pharmacol. Sci. 2015;19:1077–1085.
  13. Mangiola F, Ianiro G, Franceschi F, Fagiuoli S, Gasbarrini G, Gasbarrini A. Gut microbiota in autism and mood disorders. World J Gastroenterol. 2016 Jan 7;22(1):361-8. doi: 10.3748/wjg.v22.i1.361. PMID: 26755882; PMCID: PMC4698498.
  14. Fattorusso A, Di Genova L, Dell’Isola GB, Mencaroni E, Esposito S. Autism Spectrum Disorders and the Gut Microbiota. Nutrients. 2019 Feb 28;11(3):521. doi: 10.3390/nu11030521. PMID: 30823414; PMCID: PMC6471505.
  15. Ristori, M.V.; Quagliariello, A.; Reddel, S.; Ianiro, G.; Vicari, S.; Gasbarrini, A.; Putignani, L. Autism, Gastrointestinal Symptoms and Modulation of Gut Microbiota by Nutritional Interventions. Nutrients 2019, 11, 2812. https://doi.org/10.3390/nu11112812
  16. Rinninella E., Raoul P., Cintoni M., Franceschi F., Miggiano G., Gasbarrini A., Mele M.C. What is the healthy gut microbiota composition? A changing ecosystem across age, environment, diet, and diseases. Microorganisms. 2019;7:14. doi: 10.3390/microorganisms7010014.
  17. Douglas-Escobar M., Elliott E., Neu J. Effect of intestinal microbial ecology on the developing brain. JAMA Pediatr. 2013;167:374–379. doi: 10.1001/jamapediatrics.2013.497.
  18. Vuong H.E., Yano J.M., Fung T.C., Hsiao E.Y. The Microbiome and Host Behavior. Annu. Rev. Neurosci. 2017;40:21–49. doi: 10.1146/annurev-neuro-072116-031347.
  19. Redinbo M.R. The microbiota, chemical symbiosis, and human disease. J. Mol. Biol. 2014;426:3877–3891. doi: 10.1016/j.jmb.2014.09.011.
  20. Singh R., Zogg H., Wei L., Bartlett A., Ghoshal U.C., Rajender S., Ro S. Gut microbial dysbiosis in the pathogenesis of gastrointestinal dysmotility and metabolic disorders. J. Neurogastroenterol. Motil. 2021;27:19–34. doi: 10.5056/jnm20149.
  21. Marler S., Ferguson B.J., Lee E.B., Peters B., Williams K.C., McDonnell E., Macklin E.A., Levitt P., Margolis K.G., Beversdorf D.Q., et al. Association of Rigid-Compulsive Behavior with Functional Constipation in Autism Spectrum Disorder. J. Autism. Dev. Disord. 2017;47:1673–1681. doi: 10.1007/s10803-017-3084-6.
  22. ( Iovene M.R., Bombace F., Maresca R., Sapone A., Iardino P., Picardi A., Marotta R., Schiraldi C., Siniscalco D., Serra N., et al. Intestinal Dysbiosis and Yeast Isolation in Stool of Subjects with Autism Spectrum Disorders. Mycopathologia. 2017;182:349–363. doi: 10.1007/s11046-016-0068-6.
  23. Ding H.T., Taur Y., Walkup J.T. Gut Microbiota and Autism: Key Concepts and Findings. J. Autism Dev. Disord. 2017;47:480–489. doi: 10.1007/s10803-016-2960-9.
  24. Valdes A.M., Walter J., Segal E., Spector T.D. Role of the gut microbiota in nutrition and health. BMJ. 2018;361:k2179. doi: 10.1136/bmj.k2179.
  25. Silva Y.P., Bernardi A., Frozza R.L. The role of short-chain fatty acids from gut microbiota in gut-brain communication. Front. Endocrinol. 2020;11:25. doi: 10.3389/fendo.2020.00025.
  26. Claus S.P., Guillou H., Ellero-Simatos S. Erratum: The gut microbiota: A major player in the toxicity of environmental pollutants? NPJ Biofilms Microbiomes. 2017;3:17001. doi: 10.1038/npjbiofilms.2017.1.
  27. Vancamelbeke M., Vermeire S. The intestinal barrier: A fundamental role in health and disease. Expert Rev. Gastroenterol. Hepatol. 2017;11:821–834. doi: 10.1080/17474124.2017.1343143.
  28. Azouz H.G., Zakaria N., Khalil A.F., Naguib S.M., Khalil M. Gastrointestinal manifestations and their relation to faecal calprotectin in children with autism. Gastroenterol. Rev. 2021;16:352–357. doi: 10.5114/pg.2021.111420.
  29. Fulceri F., Morelli M., Santocchi E., Cena H., Del Bianco T., Narzisi A., Calderoni S., Muratori F. Gastrointestinal symptoms and behavioral problems in preschoolers with Autism Spectrum Disorder. Dig. Liver Dis. 2016;48:248–254. doi: 10.1016/j.dld.2015.11.026.
  30. Kanlioz M, Ekici U, Ferhatoğlu MF. Total Gastrointestinal Flora Transplantation in the Treatment of Leaky Gut Syndrome and Flora Loss. Cureus. 2022 Nov 3;14(11):e31071. doi: 10.7759/cureus.31071. PMID: 36475195; PMCID: PMC9720094.
]]>
https://www.docdrmuratkanlioz.com/otizm-ve-mikrobiyota-iliskisi/feed/ 0
SİBO Hastalığının Kesin Tedavisi Var Mı? https://www.docdrmuratkanlioz.com/sibo-hastaliginin-kesin-tedavisi-var-mi/ https://www.docdrmuratkanlioz.com/sibo-hastaliginin-kesin-tedavisi-var-mi/#respond Wed, 27 Mar 2024 09:31:13 +0000 https://www.docdrmuratkanlioz.com/?p=4015 Continue reading SİBO Hastalığının Kesin Tedavisi Var Mı?]]> SİBO nedir?

Small Intestinal Bacterial Overgrowth kelimelerinin baş harflerinden oluşan bir kısaltmadır. Türkçesi İnce Bağırsaklarda Aşırı Bakteri Çoğalması demektir.

SİBO belirtileri nelerdir?

  • Karında şişkinlik
  • Kramplar
  • İshal
  • Kabızlık
  • Uyku bozukluğu
  • Beslenme bozuklukları
  • Gerginlik
  • Kronik yorgunluk
  • Karında aşırı gaz
  • Geğirti
  • Gıda intoleransları (süt, gluten vb.)

SİBO Tanısı Nasıl Koyulur?

  • SİBO nefes testi
  • Gaitanın Mikrobial Analizi

SİBO nelere sebep olur?

SİBO nedeniyle ince bağırsaklarda olması gerekenden çok daha fazla flora bakterileri ve patojen bakteri kolonizasyonu nedeniyle bağırsaklarda gerçekleşen işlevlerde bozulmalar olur. Sindirim ve emilim bozukluklarına bağlı olarak birçok besin ögesinin eksiklikleri ortaya çıkar. Bunlar içerisinde en sık rastlananları vitamin ve mineral eksikliğine bağlı kronik anemiler, kemik rahatsızlıkları (osteoporoz vb.), eklem ve kas ağrılarıdır. Yediğimiz gıdalar aşırı artan bakteriler tarafından tüketildiği için beslenme bozuklukları izlenir.  Diabet eğilimini artırır. SİBO sindirim sistemi florasının bozulmasına sekonder gelişen otoimmün bir bozukluk olduğu için diğer otoimmün hastalıkların (dermatit, sedef hastalığı, vitiligo, depresyon, otoimmün artrit, gıda alerjileri vb.) oluşmasını kolaylaştırıcı zemin hazırlar.

SİBO nasıl tedavi edilir?

SİBO nedeniyle ince bağırsaklarda oluşan aşırı bakteri yükünü azaltmak için uzun süreli ve çoklu antibiyotik tedavileri uygulanarak ince bağırsaklardaki bakteriyel kolonizasyon azaltılmaya çalışılır. Bu tedavilerde hastalar tedavi sonrası kısa bir dönem kendilerini iyi hissederler. Fakat hastalık kısa süre sonra eskisi gibi hatta eskisinde daha rahatsız edici hal alır. Sürekli olarak antibiyotik tedavisi yapılarak oluşan kısır döngü daha da derinleşir.

SİBO hastalığının temelindeki patolojik süreç sindirim sistemi florasında oluşan biyoçeşitlilik azalması, patojenlerin flora bakterilerinin yerini alması (DİSBİYOZİS) ve bazı flora üyelerinin flora dengesini bozacak şekilde baskın hale gelmesidir. Sindirim sistemi florasında oluşan bu hasarların antibiyotik tedavisi ile restore edilmesi mümkün değildir. Yapılan her antibiyotik tedavisinde aşırı çoğalan ve patojen bakteri ile birlikte geride kalan faydalı flora bakterileri de zarar görmekte ve buna bağlı olarak SİBO daha çözümsüz bir hal almaktadır.

SİBO tedavisinde bir diğer seçenek olarak ise probiyotik kullanımı önerilmektedir. Son yıllarda SİBO hastalarının kullandığı probiyotik miktarları artık bağımlılık seviyesine gelmiştir. Probiyotikler flora bakterilerini taklit edebildikleri ölçüde hastaların semptomlarını hafifletmektedir. Flora bakterileri ile probiyotik arasındaki fark, FLORA BAKTERİLERİ sindirim sisteminin belirli bir bölgesinde yerleşik ve ömür boyu sürekli kendisini yenileyerek yaşarken, PROBİYOTİKLER sindirim sisteminde benzerlik gösterdiği bölgeden geçişi esnasında verdiği fayda ile sınırlıdır ve fayda sağladığı bölgede tutunarak orada kolonize olmazlar. Kısacası PROBİYOTİK kullanıldığı sürece rahatlama sağlayabilir. Ayrıca PROBİYOTİKLER içerisinde prospektüslerinde belirtilmemesine rağmen steroid ve steoid benzeri maddeler içermektedir. Bundan dolayı probiyotiklerdeki fayda mikrobiayal içeriğinden mi yoksa steroidden mi olduğu tartışmalıdır. Bir başka husus ise uzun süre probiyotik kullanan hastaların hemen hemen tamamı probiyotiği bıraktıklarında başladıklarından daha kötü durumda olduklarını ifade ederler. Bu tablo da probiyotik bağımlılığı olarak adlandırılır.

SİBO otoimmün bir sürecin başlangıcı ve giriş kapısı olan sindirim sistemi flora hasarı ve beraberinde gelişen ‘’GEÇİRGEN BAĞIRSAK SENDROMUNUN’’ bir sonucu olduğu için SİBO sonrası diğer otoimmün hastalıkların gelişmesi beklenir. SİBO hastalığının kaynağı olan flora hasarı için yapılacak ALTIN STANDART tedavi ‘’TOTAL GASTROİNTESTİNAL FLORA NAKLİDİR’’

TOTAL GASTROİNTESTİNAL FLORA NAKLİ için en az bir sağlıklı donör olması gerekir. Sağlıklı bir donörden genel anestezi altında 25-45 farklı anatomik bölgeden endoskopi ve kolonoskopi ile yapılan lavaj yöntemi ile flora örnekleri alınır. Alınan flora örnekleri bir takım işlemlerden geçirildikten sonra hastaya yine genel anestezi altında endoskopi ve kolonoskopi yapılarak donörün hangi bölgesinden flora örneği alınmış ise hastanın da eş değer bölgesine flora nakli yapılır.

SİBO hastalığında TOTAL GASTROİNTESTİNAL FLORA NAKLİ ile başarılı tedavi oranları %90’lar seviyesindedir.

https://www.docdrmuratkanlioz.com/flora-nakli/

 

Doç Dr Murat KANLIÖZ

Genel Cerrahi Uzmanı

]]>
https://www.docdrmuratkanlioz.com/sibo-hastaliginin-kesin-tedavisi-var-mi/feed/ 0
Pilor Revizyonu Tekniğiyle Alkalen Reflü Gastrit Tedavisi https://www.docdrmuratkanlioz.com/pilor-revizyonu-teknigiyle-alkalen-reflu-gastrit-tedavisi/ https://www.docdrmuratkanlioz.com/pilor-revizyonu-teknigiyle-alkalen-reflu-gastrit-tedavisi/#respond Tue, 26 Mar 2024 11:45:52 +0000 https://www.docdrmuratkanlioz.com/?p=4008 Continue reading Pilor Revizyonu Tekniğiyle Alkalen Reflü Gastrit Tedavisi]]> ALKALEN REFLÜ GASTRİT, duodenum (12 parmak bağırsağı) içeriğinin mideye geri tepmesi sonrasında midede kimyasal yanık oluşmasıdır. Her insanda bir miktar dodenal içerik mideye kaçabilir ve herhangi rahatsızlığa neden olmaz; Bu durum ‘’Fizyolojik Safra Reflüsü’’ olarak adlandırılır.

Mide çıkışında bir kas demetinden oluşan, mide boşalmasını kontrol eden, geriye kaçağı önleyen, bir nevi kapakçık (vana), fonksiyonel olarak sfinkter (kasılma-gevşeme) olan yapıya PİLOR adını veriyoruz. Midemiz yediğimiz içtiğimiz gıdalar için bir ön depolama alanıdır. Midede depolanan gıdalar kimyasal, fiziksel ve enzimatik sindirime uğrayarak ince bağırsaklara gönderilir. Mide içindeki gıdaların sindirim süreci sonrasında mide içeriği ince bağırsağa boşalmaya hazır nitelik kazanır, midenin ön sindirimi gerçekleşmiş bu içeriğine KİMUS adı verilir. Kimus oluştuktan sonra mideden beyine bir uyarı gider, bu uyarı ben ön sindirimimi gerçekleştirdim, mideyi artık yavaş yavaş boşaltabilirsin mesajıdır. Bunun üzerine beyinden gelen sinyallerle mide 3-5 dakika aralıklarla mide kaslarının sağma kasılması dediğimiz periyodik hareketleriyle her seferinde yaklaşık 50-75 cc KİMUSU duodenuma aktarır. Midenin sağıcı kasılmaları ve eş zamanlı pilorun açılması mide boşalıncaya kadar ritmik aralıklarla devam eder. Yemek yedikten sonra gıdaların midedeki bu süreçlerde geçirdiği süre 2-4 saattir. Gıdalar yenildikten dört saat sonra mideden tamamen boşalır.

Resim1

Yukarıda anlatılan midede depolama, sindirim ve düzenli aralıklarla içeriğinin boşaltılabilmesi fonksiyonel yapıda PİLOR ile mümkündür. Normalde midenin boşaltıcı (sağıcı) kasılmaları ile eş zamanlı olarak pilor gevşeyerek açılır ve mide içeriği duodenuma aktarılır. Fakat pilor her insanda aynı ölçüde fonksiyonel olarak çalışmamaktadır. Yapılacak endoskopi inceleme esnasında pilor tam kapalı ve mide içerisinde safra (yeşil renk sıvı) yoksa biz bunu NORMOTONİK PİLOR (normal yapıda) olarak tanımlarız. Normotonik pilora sahip kişilerde endoskopik inceleme esnasında endoskopun ucuyla pilor çevresine hafif dokunulduğunda pilor tam olarak kapanır. Endoskopik gözlemde endoskop ucuyla yapılan uyarıda pilor kapanıyor fakat kısmen açıklı kalıyorsa biz bu durumu HİPOTONİK (Kısmi Kapanan) PİLOR olarak tanımlarız. Hipotonik pilor olgularında midede kısmen safralı içerik gözlemlenebilir. Yapılan endoskopik incelemede pilor tamamen açık ve endoskop ucuyla pilor çevresine yapılan mekanik uyarıyla da hiç kasılmıyor ve kapanmıyorsa bu durum ATONİK(fonksiyonsuz) PİLOR olarak adlandırılır. Atonik pilor olgularında mide içerisinde çoğunlukla safralı içeriğe rastlanır.

Resim2

Alkalen Reflü Gastrit oluşum mekanizmasını anlayabilmek için kısaca safra ve safra kesesi fonksiyonlarından bahsetmemiz gerekir. Karaciğer tarafından günde yaklaşık 1000-1500 cc (1-1,5 litre) SAFRA üretilir. Üretilen safra, safra kanalları yoluyla duodenuma akar. Duodenuma aktığı yer mide çıkışının yaklaşık 10-12 cm ilerisidir. Normalde üretilip safra yolları ile duodenuma akıtılan safra direkt olarak duodenuma geçmez. Safra yolu üzerinde safranın ön depolanmasının yapılığı SAFRA KESESİ vardır. Karaciğerden safra, yediğimiz gıdalardan bağımsız sürekli olarak üretilir, fakat duodenuma safra akışı yediğimiz gıdaların safraya ihtiyacına göre artar veya azalır. Normalde gün içerisinde üretilen safra önce SAFRA KESESİNE gelir ve burada on kat (1/10 oranında) konsantre edilerek depolanır. Bu konsatrasyon sonrasında 1000-1500 cc safra 100-150 cc konsantre safraya dönüşmüş olur ve sonuç olarak duodenuma akan safra miktarı 100-150 cc kadardır. Safra kesesi içerisinde taş veya başka oluşumlar nedeniyle karaciğerden gelen safrayı konsantre edip depolayacağı hacmin azaldığı durumlarda duodenuma akan safra hacmi artar. Safra kesesi taşı olanlarda normal kişilere oranla daha yüksek hacimde (150 cc ↑) hacimde safra duodenuma akacaktır ve buna bağlı olarak bu kişilerde normalden daha fazla ALKALEN REFLÜ GASTRİT gözlemlenecektir. Bir şekilde safra kesesi alınan kişilerde ise safra hiç konsantre olmadan direkt olarak duodenuma yeme içme periyotlarımızdan bağımsız ve kontrolsüz olarak akar. Safra kesesi sayesinde mide içeriğinin duodenuma geçiş hızı ve duodenuma geçen mide içeriğinin safraya ihtiyacı belirlenerek gerektiği kadar konsantre safra duodenuma aktarılır. Safra kesesinin alınması sonrasında ise ihtiyaç algılaması olmaksızın normalin 10 katı hacminde 1000-1500 cc safra sürekli olarak duodenuma akar. Bu yüzden hipotonik ve atonik pilorlu kişiler çok tipik olarak yemek yediklerinde şikayetlerinin hafiflediği, aç kalınca artığını belirtirler. Fakat ilerlemiş olgularda açlık ve tokluktan bağımsız olarak şikayetleri süreklilik kazanır.

Safra kesesinin hacminin büyük kısmı taş ile işgal edilip, yeterli depolama ve konsantrasyon gerçekleştiremediğinde veya herhangi sebeple safra kesesi alındığına duodenuma akan safra hacminin artmasına bağlı olarak HİPOTONİK ve ATONİK yapıda pilora sahip olan kişilerde daha yoğun bir şekilde safra mideye geri kaçar ve bunlarda ALKALEN REFLÜ GASTRİT tablosu ortaya çıkar veya var olan tablo daha da ağırlaşır. Mide içi biyokimyası asit bir ortamdır (pH:1,5-2), duodenum ise baziktir (alkali) (pH:8). Asit ortama alışık olan mideye duodenum içeriği kaçacak olursa midede BAZİK KİMYASAL YANIĞA neden olur. Bazik yanık aynen çamaşır suyunun yaptığı türden bir tahribat ve yanıktır. Oluşan bu durum PİLOR fonksiyon yetersizliği sonucu gerçekleşir.

ATONİK pilora sahip olanlarda safra kesesinde taş olmasa veya safra kesesi alınmasa bile mideye safra kaçağı olur. Toplumda ATONİK pilor oranı%3-5 kadardır. HİPOTONİK pilorlu kişilerde de normal koşullarda atoniklerden daha az da olsa safra kaçağı gözlenir. Toplumda HİPOTONİK pilor oranı %8-10 kadardır. Fakat ATONİK ve HİPOTONİK pilorlularda safra kesesi alındıktan sonra safra kaçağına bağlı şiddetli ALKALEN REFLÜ GASTRİT tabloları oluşur ve bu oran yaklaşık %15’dir. Bu olgularda çoğunlukla ilaç tedavisi verilerek şikayetleri azaltılmaya çalışılır. Fakat ilaç tedavisinin yetersiz kaldığı vakalarda ise duodenum içeriğinin mideye kaçışını önleyici ameliyatlar yapılır. ‘’Duodenal Switch’’ olarak adlandırılan ameliyat ile mideye safra kaçağı önlenmiş olur. Fakat bu ameliyat son derece kompleks, anatomiyi bozan ve riskli bir girişimdir. Son çare olarak başvurulması gerekir.

Yıllarca ALKALEN REFLÜ GASTRİT hastalarına ‘’Duodenal Switch’’ ameliyatı yapan bir cerrah olarak bunun daha basit bir yöntemi olabilir mi yönünde yaptığım klinik araştırmalarım sonrasında ‘’PİLOR REVİZYONU’’ olarak adlandırdığım yöntemi geliştirdim. Yapmış olduğum klinik araştırma sonuçlarımı hakemli, Amerikan Tıp Dergilerinde yayınladım.

 

https://link.springer.com/article/10.1007/s11695-020-04556-7

 

https://www.cureus.com/articles/148649-a-new-and-effective-technique-in-the-endoscopic-treatment-of-obesity-and-regulation-of-diabetes-the-pyloric-revision#!/

 

‘’PİLOR REVİZYONU’’ ile endoskopik olarak atonik ve hipotonik pilorlu olgulara pilor çevresine yapılan dolgu injeksiyonlarla pilordaki kaçak önlenmektedir. İşlem sedasyon altında, hasta hiçbir şey hissetmeden yaklaşık 20 dakikada tamamlanmaktadır. Pilor Revizyonu yapıldıktan 2 saat sonra insanlar günlük hayatına hiçbir kısıtlama olmaksızın kaldığı yerden devam etmektedirler. İşlem uygulandıktan 24-48 saat sonra maksimum etkinlik oluşmaktadır. Yapılan injeksiyon dolgu materyali hastada geçici veya kalıcı en ufak zarar vermemektededir.

Akademik klinik çalışmalarımızda ortalama 32 aylık takip süresinde ‘’Pilor Revizyonu’’ yaptığımız hastaların kontrol endoskopilerinde yapılan ‘’Pilor Revizyonunun’’ etkinliği hastaların %92’sinde halen devam etmektedir.

Eğer etkinliği kalmamış olgular tespit edilirse tekrar endoskopik pilor revizyonu yapılmasının herhangi yan etkisi bulunmamaktadır.

‘’PİLOR REVİZYONU’’nun, hızlı,  basit, ucuz, riski olmayan, tekrarlanabilir ve cerrahi uygulamaksızın yapılıyor olması açısından ALKALEN REFLÜ GASTRİT tedavisinde çok önemli bir gelişmedir.

 

Doç Dr Murat KANLIÖZ

Genel Cerrahi Uzmanı

]]>
https://www.docdrmuratkanlioz.com/pilor-revizyonu-teknigiyle-alkalen-reflu-gastrit-tedavisi/feed/ 0
Geçirgen Bağırsak Sendromunun Kesin Çözümü Var Mı? https://www.docdrmuratkanlioz.com/gecirgen-bagirsak-sendromunun-kesin-cozumu-var-mi/ https://www.docdrmuratkanlioz.com/gecirgen-bagirsak-sendromunun-kesin-cozumu-var-mi/#respond Mon, 18 Mar 2024 10:57:31 +0000 https://www.docdrmuratkanlioz.com/?p=4002 Continue reading Geçirgen Bağırsak Sendromunun Kesin Çözümü Var Mı?]]> Geçirgen Bağırsak Sendromunun (Leaky Gut Syndrome) kesin çözümü var mı sorusunu ÇOĞUNLUKLA EVET şeklinde yanıtlamalıyım. Gelin isterseniz ‘’Geçirgen Bağırsak Sendromu’’ ne demektir, onu tanımlayarak başlayalım. Bir hastalığı tedavi edebilmek için öncelikle teşhisin doğru olması ve kavramların açık bir şekilde tanımlanması gerekir. Aksi takdirde ‘’bence’’ ve ‘’bana göre’’ ön adlandırmalarla başlayan objektif kriterlere dayanmayan tanımlarla karşılaşırız. Tanım ve kavram kargaşası beraberinde yanlış teşhis ve bitmek tükenmek bilmeyen yanlış tedavilerle sürer gider.

Bağırsaklarımızın en temel özelliği, yediğimiz içtiğimiz gıdaların tamamının bağırsaklardan emilerek kan dolaşımına geçmesine İZİN VERMEMESİDİR. Bağırsaklarımızın bu özelliğine SEÇİCİ GEÇİRGENLİK denir. Sağlıklı bağırsaklar ihtiyacımız olan ve bize zarar vermeyecek unsurların emilimini gerçekleştirir. Yediğimiz gıdalar bir takım enzimatik, mekanik, biyolojik ve kimyasal süreçlerden geçirilerek parçalanır ve temel yapı taşlarına ayrıştırılır. Gıdalar ancak bu şekilde sindirimi gerçekleştirildikten sonra bağırsaklardan emilerek kan dolaşımına karışır ve vücudun ihtiyacı olan ilgili alanlara da kan dolaşımı sayesinde ulaşır. Sindirimi gerçekleşen gıdaların her biri bağırsağın kendine özel kısımlarından emilir. Emilimin gerçekleştiği bağırsak yüzeyine MİKROVİLLUS adı verilir. Seçici geçirgenliğin gerçekleştiği mikrovillusların fonksiyonunu tam ve eksiksiz gerçekleştirebilmesi için temel bir takım gereklilikler vardır. Mikrovillusların üzeri bağırsaklardan salgılanan jelimsi bir yapı ile kaplıdır ve buna MUKUS denir. Mukus sayesinde mikrovilluslar bağırsak içeriği ile direkt temastan korunmuş olur. Sindirim sistemi salgılarımız yedimiz gıdaları nasıl sindiriyorsa mukus koruyuculuğu olmazsa kendi dokusuna da zarar vermeye başlar. Eğer mukus salgısı olmazsa veya sağlıksız olursa bağırsak salgıları ve yedimiz gıdalarla direkt temas sonrası mikrovilluslarda hasar (ülser, yara) oluşur ve bazen bu hasar uzun süreli olacak olursa mikrovillus alanlarındaki hasar geri dönüşsüz olarak emilim yüzey kaybıyla sonuçlanır. İnce bağırsaklarımızın boyu ortalama 8-10 metre olup, iç yüzey alanı (Emilim yüzeyi) 18000-22000 metre karedir. İnce bağırsaklarımızın iç yüzeyinin dev bir olimpiyat stadı kadar geniş alana sahip olması bağırsak fonksiyonları için son derece önemlidir. Bu alanın tamamı mikrovillus ile kaplıdır. Mikrovillus yapı bağırsak içeriği ile temas edecek olursa emilim ve seçici geçirgenlik özelliğini kaybetmeye başlar. Temas uzun süreli olacak olursa bu alanlardaki mikrovillus yapısı işlevsiz fibrotik yapılara dönüşür, buna da VİLLUS ATROFİSİ denir ve geri dönüşsüz bir süreçtir. Mikrovillusların  işlevsel olması için mukus salgısı haricinde bağırsağın her bölgesine özel olan FLORA bakterilerine (faydalı mikroplara) ihtiyaç vardır. Mikrovillusların üzerini koruyucu bir tabaka olarak kaplayan mukusun sağlıklı, işlevsel ve sürdürülebilir olmasında FLORAMIZ olmazsa olmaz niteliktedir.

Mikrovillus, mukus ve flora bakterilerinin birlikteliği bağırsak emilim yüzeyinin korunması ve SEÇİCİ GEÇİRGENLİĞİN sağlanmasında temel yapı taşlarıdır. Seçici geçirgenliğin bozulmasındaki tetikleyen faktör çoğunlukla bağırsak florasının bozulması ile başlar. Flora olmayınca veya yerini patojenlerin almasıyla sağlıklı mukus üretimi gerçekleşemez, buna bağlı olarak mikrovilluslarda hasar oluşması sonrası seçici geçirgenlik bozulur. Seçici geçirgenliğin bozulması sonrasında bağırsaklardan kan dolaşımına geçmemesi gereken ürünler de (makro moleküller, toksinler, mikroplar vs.) geçmeye başlar. Bundan dolayı bu hastalıkların genel adı GEÇİRGEN BAĞIRSAK SENDROMU olarak adlandırılır.

Geçirgen Bağırsak Sendromu başlığı altında değerlendirilen hastalıklardan belli başlıları; Çölyak Hastalığı, Gluten Alerjisi (Çölyak Like Sendrom), Laktoz İntoleransı, Gıda Alerjileri, Ülseratif Kolit, Crohn Hastalığı, Kronik İshal, Kronik Nonspesifik Kolit, SİBO, Disbiyozis vb. Bu hastalıkların tamamında sindirim sistemi flora hasarı vardır. Çoğunlukla da hastalığın ortaya çıkmasını tetikleyen temel faktör sindirim sistemi florasının zayıflaması, tam veya kısmen yok olması sonucudur.

Geçirgen Bağırsak Sendromu sonucunda bağırsağın seçici geçirgenlik özelliğini kaybetmesi sonrasında kan dolaşımına geçmemesi gereken birçok şey geçmeye başlar. Vücudumuzun savunma sistemi hücreleri bunları kan dolaşımından temizlemek için yoğun bir çaba sarf eder. Geçirgenlik arttıkça ve olay süresi uzadıkça (kronikleştikçe) savunma sistemimiz de yorulmaya ve koordinasyonunu kaybetmeye başlar, bir süre sonra neyi yok etmesi gerektiğinin algısı bozulur ve vucüdun kendi dokusunu da yabancı ve zararlı olarak algılayarak oralara da saldırmaya başlar, bu durum OTOİMMÜNİTE olarak adlandırılır.

Geçirgen Bağırsak Sendromu ve beraberinde gelişen diğer OTOİMMÜN hastalıklar yaşam kalitesini ve süresini ciddi oranda etkiler. Otoimmünitenin başlamasında en önemli giriş kapılarından biri bağırsaklar ve beraberinde gelişen Geçirgen Bağırsak Sendromudur. Geçirgen Bağırsak Sendromu oluştuktan sonra otoimmün hastalıklar tek tek ortaya çıkmaya başlar. Bir otoimmün hastalık diğer otoimmün hastalıkların oluşması için zemin hazırlar, yani kolaylaştırır. Sürece dahil olan otoimmün hastalıklardan başlıcaları; Haşimato Hastalığı; Fibromyalji, Otoimmün Artritler; GUT Hastalığı, Sedef Hastalığı, Gül Hastalığı, Behcet Hastalığı, İBS, Depresyon, Vitiligo, Dermatit vb.

Geçirgen Bağırsak Sendromu tedavisinde ilk ve temel tedavi bozulmuş olan bağırsak florasının yeniden restorasyonudur. Sindirim sistemi florasının yeniden restorasyonunda en kesin ve kalıcı tedavi TOTAL GASTROİNTESTİNAL FLORA NAKLİDİR.

TOTAL GASTROİNTESTİNAL FLORA NAKLİ, sağlıklı sindirim sistemi florasına sahip donörlerden alınarak yapılır. Flora nakli, sağlıklı en az bir FLORA DONÖRÜNDEN genel anestezi altında endoskopi ve kolonoskopi yapılarak sindirim sisteminin yaklaşık 25-45 farklı anatomik bölgesinden, her bir bölge habitatına uygun serumlarla yıkanıp, yıkama sıvısı geri alınarak her bir bölgeden alınmış flora örnekleri özel işlemlerden geçirildikten sonra, elde edilen sağlıklı FLORA kolonizasyonları donörün hangi bölgelerinden alınmışsa hasta kişinin de eşdeğer anatomik bölgelerine yine aynı şekilde genel anestezi altında endoskopik ve kolonoskopik olarak aktarılması işlemidir.

Geçirgen Bağırsak Sendromu FLORA Nakli yöntemi ile ne kadar erken tedavi edilirse tedavi başarı oranı o ölçüde yüksek olacaktır. Çünkü hastalığa bağlı olarak gelişen mikrovillus atrofisi (emilim yüzey kaybı) geri dönüşsüzdür. Flora Nakli ile tedavi yapılmış olsa bile örneğin 22000 metre kare olan bağırsak emilim yüzey alanı 14000 metre kareye düşmüş ise yapılacak hiçbir tedavi yüzey alanını 1 metre kare dahi artıramaz. Amaç kalan rezervi korumaktır. Çünkü bu alan belli eşik değerin altına düşer ise tedaviden elde edilecek fayda da sınırlı olacaktır.

 

Doç. Dr. Murat KANLIÖZ

Flora Nakli Enstitüsü

]]>
https://www.docdrmuratkanlioz.com/gecirgen-bagirsak-sendromunun-kesin-cozumu-var-mi/feed/ 0
Bağırsak Florası Nasıl Düzeltilir? https://www.docdrmuratkanlioz.com/bagirsak-florasi-nasil-duzeltilir/ https://www.docdrmuratkanlioz.com/bagirsak-florasi-nasil-duzeltilir/#respond Thu, 14 Mar 2024 12:37:06 +0000 https://www.docdrmuratkanlioz.com/?p=3996 Continue reading Bağırsak Florası Nasıl Düzeltilir?]]> Bağırsak florası nasıl düzeltilir soruna verilecek yanıt için hastanın florasındaki hasarın boyutunun, beraberinde gelişen ‘’Geçirgen Bağırsak Sendromu’’ (GBS) olup olmadığının, ek otoimmün hastalıklardan hangilerinin oluştuğunun, hastalık süresinin, yaşam kalitesinin, geçmişte uygulanan tedavilerin, hangi gıdalara karşı alerjisi olduğunun bilinmesi gerekir.

Sindirim sistemimiz boyunca ağızdan anüse kadar olan alanda her birinin çok özel işlevleri olan (sindirim, metabolizma, savunma vs.), bizim onlara ev sahipliği ettiğimiz, olmamaları veya biyoçeşitliğinin azalması durumunda çok ciddi sağlık problemleri yaşadığımız onlarca ve hatta iyi koşullarda yüzlerce çeşitliliğe sahip ‘’FAYDALI MİKROPLARLA’’ bir ahenk ve denge içinde yaşarız. Bunların tamamına ‘’SİNDİRİM SİSTEMİ FLORASI’’ denir. Floramızın çeşitliliği ne kadar fazla ise o denli sağlıklı olurken, azalması veya oransal dengesinin bozulması durumunda (SİBO, GBS, Disbiyozis vs) ciddi sağlık sorunları yaşarız. Floranın hiç olmaması durumunda yaşamak mümkün değildir.

Floramızın oluşması doğumla birlikte başlar ve gittikçe zenginleşir. Fakat bazılarının florası çok fazla zenginleşirken, bazıları bu kadar şanslı olmayabilir. Çünkü flora biyoçeşitliliğinin oluşmasında rol oynayan faktörler konusunda her birimizin kendine özel koşulları vardır. Bunlardan başlıcaları; Genetik alt yapımız, hamilelik esnasında maruz kalınan koşullar, annenin hastalıkları ve beslenmesi, doğum şekli (normal doğum- sezeryan), yakın temasta bulunduğunuz insanların ve çevrenin flora kalitesi, beslenme, çevresel faktörler, geçirdiğiniz hastalıklar, anne sütü alma süremiz, uzun süre hastanede yatma durumumuz, antibiyotik kullanımımız, kanser tedavisi vb birçok faktör sayılabilir.

Zaman zaman hepimizin florasında enfeksiyon hastalıkları, antibiyotik kullanımı, ağızdan beslenmenin geçici olarak durması (yoğun bakım, ameliyat vs.), kanser tedavileri vb. hallerde floramızda hasarlar oluşabilir. Fakat bu oluşan hasarlar çoğunlukla kendiliğinden düzelir. Geride kalan flora tekrar çoğalarak eski fonksiyonlarını sürdürmeye devam eder. Floramızda oluşan hasar sonrası biyoçeşitliliğimizin ne kadar azaldığı ile şikayetlerimizin ortaya çıkması doğru orantılıdır. Biyoçeşitliliğin azalması geçmişte sindirim sistemimizde olan FLORA üyelerimizin bir kısmının tamamen ve kalıcı olarak yok olması demektir. Bu yok olan FLORA elemanın fonksiyonları artık gerçekleşmeyecek, geride kalan diğer flora elemanları tarafından mümkün olduğunca telafi edilmeye çalışılacaktır. Sonuç olarak sindirim sistemi fonksiyonlarında ve beraberinde yaşam kalitesinde bozulmalar ortaya çıkacaktır. Biyoçeşitliliğin azalmasıyla oluşan bulgular ve bunu farketmemiz bizim tolerans eşiğimize bağlıdır. Fakat bir an gelir ki biyoçeşitlilik azalması hiçbir insan için tolere edilebilir ve de sürdürülebilir olamaz.

Bu bilgiler ışığında bağırsak florasını nasıl düzeltiriz sorusunun yanıtı:

  • Öncelikle floramızı iyi korumalıyız. Bunun için:
  • Kontrolsüz ilaç (özellikle antibiyotik) kullanmamalıyız
  • Doğumdan sonra en az bir yıl anne sütü vermeliyiz
  • Dengeli ve düzenli beslenmeliyiz
  • İşlenmiş gıdalardan kaçınmalıyız
  • Tavsiyeler üzerine ilaç veya katkı maddesi kullanmamalıyız
  • Zorunlu haller dışında sezeryan doğumdan kaçınmalıyız
  • Çevresel kirleticilerden korunmalıyız (kimyasal, biyolojik ve fiziksel)
  • Tarımsal ilaçlarla temastan kaçınmalıyız.
  • Uzun süren açlıklardan (24 saati geçen) kaçınmalıyız
  • Floramızı zenginleştirecek eylemlerde bulunmalıyız. Bunlar:
  • PREBİYOTİK’lerle floramızı güçlendirmeliyiz (lifli gıdalar, sarımsak, kereviz vb.)
  • Doğal probiyotikler ile beslenerek (yoğurt, turşu, sirke, kefir vb.) floramızı rahatlatmalı ve zenginleşmesi için ortam hazırlamalıyız.
  • Bebek ve çocukların sağlıklı akranları ile uzun süre bir arada olmasını sağlamalıyız. Çünkü sağlıklı florayla yakın temas ile floramızı zenginleştiririz.
  • Doğal mineral, vitamin ve proteinlerle beslenmeliyiz.

Fakat yapılacak tüm zenginleştirme çabalarına rağmen kritik eşik aşılıp FLORA BİYOÇEŞİTLİLİĞİ azalmış, oransal denge bozulmuş, Geçirgen Bağırsak Sendromu oluşmuş, gıda alerjileri başlamış (Gluten, Laktoz, baharat, kuruyemiş vb.), ek otoimmün hastalıklar oluşmuş (otoimmün eklem rahatsızlıkları, Sedef Hastalığı, Vitiligo, Haşimato vb.), kronik yorgunluk, fibromyalji, depresyon, duygu bozukluğu vb.gibi bulgulardan bir veya birkaçı oluşmuş ise bundan sonraki aşamada yapılacak tek şey FLORA NAKLİDİR.

Flora Nakli için sağlıklı, kaliteli, biyoçeşitlililiği yüksek DONÖR veya DONÖRLERDEN yapılacak flora nakli ile hem sağlıklı floraya tekrar sahip olunur, hem de beraberinde gelişen hastalıklar tedavi edilir. Flora naklinde en önemli unsur geride kalan bağırsak rezervinin geri dönüşsüz aşamaya gelmeden FLORA NAKLİ’nin yapılmasıdır.

Floradaki oluşan hasar kendiliğinden veya flora nakli yapılarak restore edilmez ise beraberinde SİBO ve Disbiyozis kaçınılmaz olarak oluşacaktır. Sağlıklı ve biyoçeşitliliği yüksek bir floraya sahip olan kişilerde SİBO veya Disbiyozis oluşmaz. Sağlıklı FLORA, flora dengesinin bozulması ve patojenler lehine değişmesi önündeki en önemli bariyerdir.

Doç. Dr. Murat KANLIÖZ

Flora Nakli Enstitüsü

]]>
https://www.docdrmuratkanlioz.com/bagirsak-florasi-nasil-duzeltilir/feed/ 0
Huzursuz Bağırsak Sendromu Tedavi Edilmez İse Ne Olur ? https://www.docdrmuratkanlioz.com/huzursuz-bagirsak-sendromu-tedavi-edilmez-ise-ne-olur/ https://www.docdrmuratkanlioz.com/huzursuz-bagirsak-sendromu-tedavi-edilmez-ise-ne-olur/#respond Tue, 23 Jan 2024 12:30:22 +0000 https://www.docdrmuratkanlioz.com/?p=3982 Continue reading Huzursuz Bağırsak Sendromu Tedavi Edilmez İse Ne Olur ?]]> Huzursuz Bağırsak Sendromu Tedavi Edilmez İse Ne Olur ?

Huzursuz Bağırsak Sendromu bir diğer adıyla İBS (İrritable Bağırsak Sendromu) toplumda erişkin yaş grubunda %20’lere varan oranda rastladığımız yaygın bir hastalıktır. Huzursuz Bağırsak Sendromu literatürde İDİYOPATİK (sebebi bilinmeyen) hastalık grubunda değerlendirilir. Kadınlarda daha fazla görülür.

Huzursuz Bağırsak Sendromu Bulguları Nelerdir ?

Huzursuz Bağırsak Sendromunda aşırı bağırsak gazı, karın ağrısı, bağırsak huzursuzluğu, kabızlık, ishal, zaman zaman dönüşümlü kabızlık ve ishal periyotları, keçi pisliği şeklinde dışkılama (zeytin tanesi gibi) en fazla rastlanan bulgulardır. Hastaların önemli bir kısmında dışkılama sonrası kısmi rahatlama olduğu tanımlanır.

Huzursuz Bağırsak Sendromu Tedavisi Nedir ?

Huzursuz Bağırsak Sendromunun ilaçlarla kesin tedavisi tanımlanmamıştır. Ayrıca Huzursuz Bağırsak Sendromuna özel bir diyet te yoktur. Her diyet her hastada rahatlama sağlamaz. Fakat rezene, nane ve papatya çaylarının hastaları rahatlattığı gözlemlenmektedir. Huzursuz Bağırsak Sendromunda glutenli (buğday, arpa vs.) ve laktozlu (süt, peynir vs) ürünlerle birlikte yumurta, portakal, limon ve siyah çayın birçok hastada şikayetleri tetiklediği veya artırdığı gözlemlenir. Her türlü stres ‘’ Huzursuz Bağırsak Sendromu’’ semptomlarını artırmaktadır. Bazen çözümleyemediğimiz psikolojik rahatsızlıklar nedeniyle konunun uzmanları olan psikolog ve/veya psikiyatristlerden destek almak hastalık tedavisinde önemlidir.

Huzursuz Bağırsak Sendromulular Neden ‘’Sürekli Mutsuzdurlar’’ ?

Huzursuz Bağırsak Sendromunun semptomları olan karın ağrısı, gaz, ishal, kabızlık, uykusuzluk, beslenme bozukluğu gerginlik ve mutsuzluk sebebidir. Bunlar kadar önemli olan diğer sebep de flora hasarına bağlı olarak gelişen ‘’Geçirgen Bağırsak Sendromu’’daki bağırsaktan kan dolaşımına olan kontrolsüz geçişi onarmak için yoğun şekilde ‘’ZONULİN’’ adlı protein harcanır. Zonulin adlı protein vücudumuzda normalde %95’i sinir iletim ağlarının tesisinde ve ikamesinde kullanılır. Fakat bağırsaklarda gelişen ‘’Geçirgen Bağırsak Sendromu’’ nedeniyle çok fazla zonulin bağırsaklarda tüketildiği için sinir sistemimizin ihtiyacı karşılanamamakta ve buna bağlı olarak ‘’PSİKOLOJİK RAHATSIZLIKLAR’’ ortaya çıkmaktadır. Ayrıca bağırsaklarımız bizim mutlu olmamızı sağlayan hormonlar olan ‘’ENDORFİNLERİN’’ %70’inin üretildiği alanlardır. Sağlıklı çalışmayan bağırsakların yeterli miktarda endorfin üretememesi de bir diğer MUTSUZLUK kaynağı olmaktadır.

Huzursuz Bağırsak Sendromu Nelere Sebep Olur ?

Huzursuz Bağırsak Sendromu uyku kalitesini bozmakta, kronik yorgunluk, gerginlik, mutsuzluk, iş ve akademik başarıda düşmelere neden olmaktadır. Kronik yorgunluk ile birlikte kas-eklem rahatsızlıkları ve fibromyalji kaçınılmaz sonuçtur. Buna bağlı olarak ‘’Huzursuz Bağırsak Sendromu’’ olan hastalar tedavi edilmezlerse MUTSUZ, HUZURSUZ, İŞ ve AKADEMİK BAŞARISI DÜŞÜK ve de KALİTESİZ bir yaşam sürecektir.

Huzursuz Bağırsak Sendromunu Tetikleyen Faktörler Var Mıdır ?

Yapılan klinik araştırmalarda ‘’Huzursuz Bağırsak Sendromu’’ yaşayan hastaların büyük çoğunluğu şehir ve metropollerde stresli yaşam koşulları altında yaşamakta, çevresel kirleticilere daha fazla maruz kalmakta, daha fazla endüstriyel besin (hazır ve işlenmiş gıda) tüketmekte, daha fazla genetiği değiştirilmiş gıda ( özellikle süt ürünleri, buğday ve mısır) tüketmekte ve daha fazla tarımsal ilaçlara (pestisit) maruz kalmış ürünleri tüketmektedir. Kırsal bölgelerde, geleneksel tarım yöntemi kullanılan, endüstriyel bölgelerden uzak yerlerde ‘’Huzursuz Bağırsak Sendromuna’’ çok daha az oranda rastlamaktayız.

Huzursuz Bağırsak Sendromunun ‘’Bağırsak Floramızla İlişkisi’’ Nedir ?

Huzursuz Bağırsak Sendromunda yaşadığımız metropollerde maruz kaldığımız çevresel kirleticiler (hava, su ve gıda kirliliği) bağırsak FLORA sağlığı için son derece zararlıdır. Yapılan birçok araştırmada sindirim sistemi flora biyoçeşitliliği şehir ve metropollerde azalmış olarak izlenmektedir. Sindirim sistemi FLORA BİYOÇEŞİTLİLİĞİMİZ ne kadar zengin ise o ölçüde sindirim sistemi fonksiyonları daha kaliteli olmaktadır. Huzursuz Bağırsak Sendromunda yapılan ‘’Gaitanın Mikrobial Analizlerinde’’ sindirim sistemi florasındaki biyoçeşitlilikte ciddi azalmalar olduğu ve seçici geçirgenliğin bozulduğu gözlenmektedir. Bundan dolayı Huzursuz Bağırsak Sendromu olgularında sindirim sistemi florasının zenginleştirilmesini önermekteyiz. Bu zenginleştirme doğal gıdaları tüketme, çevresel kirleticilerden mümkün olduğunca uzak durma, gereksiz ilaç kullanmama (özellikle antibiyotik, steroid vs.), alkol ve sigaradan uzak durma ile mümkün olabilir. Bunlara ilave olarak doğal ürünler kullanarak ev ortamında yapılabilecek yoğurt, kefir, turşu, sirke vb gıdaları tüketerek PROBİYOTİK katkıda da bulunmuş oluruz.

Huzursuz Bağırsak Sendromunda ‘’Flora Nakli’’ Nedir ?

Huzursuz Bağırsak Sendromu olan hastalarda ‘’Gaitanın Mikrobial Analizi’’ yapılarak flora biyoçeşitliliğinde azalma tespit edilen olgulara sağlıklı en az bir donörden ‘’Total Gastrointestinal Flora Nakli’’ yapılması şikayetleri ciddi oranda azalmaktadır. ‘’Total Gastrointestinal Flora Nakli’’ ile amaçlanan şey sindirim sistemi biyoçeşitliliğini artırmak olduğu niçin ne kadar kaliteli ve çoklu donörden nakil yapılırsa elde edilecek başarı da o ölçüde artmaktadır. Flora Nakli kaliteli donör havuzundan yapıldığı takdirde başarı oranları %85’lerin üzerindedir. Tek seansta gerçekleştirilen FLORA NAKLİ ek herhangi tedavi gerektirmez ve olağanüstü şartlar olmadığı takdirde ömür boyu kalıcı çözüm olabilir.

 

]]>
https://www.docdrmuratkanlioz.com/huzursuz-bagirsak-sendromu-tedavi-edilmez-ise-ne-olur/feed/ 0
Crohn Hastalığı Nedir ? Nasıl Tedavi Edilir ? https://www.docdrmuratkanlioz.com/crohn-hastaligi-nedir-nasil-tedavi-edilir/ https://www.docdrmuratkanlioz.com/crohn-hastaligi-nedir-nasil-tedavi-edilir/#respond Fri, 19 Jan 2024 12:22:20 +0000 https://www.docdrmuratkanlioz.com/?p=3978 Continue reading Crohn Hastalığı Nedir ? Nasıl Tedavi Edilir ?]]> CROHN HASTALIĞI NEDİR?

BELİRTİLERİ NELERDİR ?

NASIL TANI KONULUR?

NASIL TEDAVİ EDİLİR?

Hastalık, bugünkü anlamda ilk kez 1932 yılında Amerikalı ‘’Dr. Bernard Burrill CROHN’’ tarafından tanımlanıp tıp literatürüne kazandırıldığı için CROHN HASTALIĞI olarak adlandırılmıştır.

CROHN HASTALIĞI, iltihabi (inflamatuar) bağırsak hastalıkları grubunda değerlendirilen bir hastalıktır. Bu iltihap bir OTOİMMÜN reaksiyon olup savunma sistemimizin vücudun kendi dokularını yabancı-zararlı olarak algılayıp saldırmasıdır. CROHN HASTALIĞINDA sindirim sistemi iç yüzeyinde tutulum ile birlikte tutulan alanlarda bölgesel kalınlaşma ve daralma oluşur, bazen bunlara yer yer ülserasyon (yara), granülom (kitle) da eklenebilir. Tutulumlar atlama tarzında (skip area) olup birden fazla bölgeyi tutma eğiliminde ve bu tutulan alanlar birkaç santimetreden bir metreye kadar değişebilir. CROHN HASTALIĞINDA tutulumlar ağızdan anüse kadar her bölgede olabilmekle birlikte çoğunlukla ince bağırsakların son kısımları (distal ileum) ile kalın bağırsağın (kolon) başlangıcında (çekum) daha fazla izlenir ve bu bölge İLEOÇEKAL bölge olarak adlandırılır. Tutulan bölgedeki inflamasyona bağlı kalınlaşma ve darlık ile birlikte bölgesel LENF BEZLERİNDE de inflamasyona bağlı olarak şişlikler gözlenebilir.

CROHN HASTALIĞI çoğunlukla 35-40 yaşında ortaya çıkar. Belirgin cinsiyet farkı gözetmez. Fakat daha erken ve geç dönemlerde de rastlanabilir. Tıp literatüründe İDİOPATİK (sebebi bilinmeyen) hastalık grubunda değerlendirilir. Fakat CROHN HASTALIĞINDA aile içi birikim yani genetik önemli bir faktördür. CROHN HASTALIĞINDA kalıtsal ve çevresel faktörlerin rol oynadığı konusunda fikir birliği vardır. Ayrıca hastalık çoğunlukla tetikleyen travmatik bir sürecin ardından (şiddetli enfeksiyon, ağır depresyon, kanser tedavisi, kemoterapi vs) gözlenmekle birlikte bazen belirgin hiçbir sebep yokken bile ortaya çıkabilir.

CROHN HASTALIĞI iyileşme (remisyon) ve alevlenmelerle (aktif hastalık) seyreder. Uzun remisyon sağlanması CROHN HASTALIĞI tedavisinde son derece hayati öneme sahiptir. Çünkü her alevlenme döneminde bir önceki tutulan bölgelerdeki kalınlaşma ve darlık artmakla birlikte çok daha önemlisi yeni tutulum alanları oluşur.

CROHN HASTALIĞINDA tutulan bölgede oluşan darlığa bağlı bağırsaklarda tam veya tama yakın tıkanmalar gözlenebilir. Bu durumda yapılacak tek tedavi cerrahi olarak daralmış bölgenin çıkarılması ve bağırsak akışkanlığının sağlanmasıdır. Tutulan bağırsak segmentindeki darlık ile birlikte FİSTÜL (tünel) dediğimiz komplikasyon nedeniyle bağırsaklar arasında (entero-enteral fistül), bağırsakla makat arasında (perianal fistül), bağırsakla karın duvarı arasında (entero-kütan fistül), bağırsakla vajina arasında (entero-vajinal fistül) vs gelişebilir. Bu fistül nedeniyle bağırsak içeri fistülün açıldığı bölge bir borucuk aracılığı ile akar ve komplikasyonlara neden olur. FİSTÜL olguları CROHN HASTALIĞINDA tedaviye son derece dirençli olup, tedavi sonrasında aynı yerden veya başka yerden tekrar fistülize olmaya meyillidir.

CROHN HASTALIĞINDA bir diğer olası komplikasyon ise makat çevresinde FİSSÜR (çatlak) ve ANAL APSEdir. Fissür ve anal apse de aynen fistül gibi tedaviye son derece dirençli ve nüks etme (tekrar etme) oranları son derece yüksektir.

HANGİ BULGULAR OLURSA CROHN HASTALIĞINDAN ŞÜPHELENMELİYİZ:

  • Uzun süreden beri devam eden karın ağrısı, bağırsak huzursuzluğu ve bulantı
  • Uzun süreden beri düşmeyen sebebi açıklanamayan ATEŞ
  • Geçmeyen ağız içi yaralar
  • Dışkıda KAN görülmesi
  • Dışkıda MUKUS (sümüksü) görülmesi
  • Dirençli İSHAL
  • İleri yaşlarda bazen KABIZLIK
  • Sık dışkılama hissi (tenezm) ve dışkılama sonrası tam boşalmamış hissi
  • Kansızlık (anemi)
  • Kronik yorgunluk
  • İştahsızlık ve kilo kaybı
  • Dirençli anal fissür (makat çatlağı)
  • Anal fistül ( makat harici yan yoldan dışkı ve/veya gaz gelmesi)
  • Anal apse (makat apsesi)
  • Geçmişte başka otoimmün hastalıkları olanların bu bulgularla birlikte olması

CROHN HASTALIĞINDA TANI NASIL KONULUR ?

Alanında deneyimli bir hekim tarafından hastanın şikayetleri çok iyi dinlenmelidir. Ardında yapılacak detaylı sorgulama tanı için son derece kıymetlidir. Yapılacak fizik muayene ile ağız içinde yara, anal fissür, anal fistül, anal apse, herhangi cilt lezyonu, tırnak ve cilt bulgusu, anemi, bölgesel lenf bezlerinde şişkinlik, karında hassasiyet vs olup olmadığı değerlendirilir. Ardında OTOİMMÜN reaksiyonu, kan tablosunu ve diğer parametreleri gözlemlemek için kan testleri yapılır. Endoskopi ve kolonoskopi tanıda son derece kıymetlidir ve tanı konulmasında en önemlidir. Yapılan endoskopik-kolonoskopik incelemede bölgesel darlık, doku kalınlaşması ve zaman zaman ülserayon ve granülom oluşumlarına rastlamak tanı açısından spesifik bulgulardır. Ayrıca bulgu tesbit edilen bölgelerden yapılacak BİOPSİ (küçük örnek alma) tanının kesinleştirilmesini sağlar. Kontrastlı MRG (manyetik rezonans görüntüleme) tanı konulmasında ve özellikle fistüllerin tanımlamasında önemlidir.

CROHN HASTALIĞI NASIL TEDAVİ EDİLİR ?

CROHN HASTALIĞINDA tedavi alevlenme dönemlerinde inflamasyonun baskılanması ve oluşan komplikasyonların (bağırsak tıkanması, fistül, fissür, apse vs) tedavisi olarak iki kısımda değerlendirilir.

Alevlenme (atak) döneminde OTOİMMÜN reaksiyonu baskılamaya yönelik immünsüpresör birçok ilaç kullanılmaktadır. Bu kullanılan ilaçlar otoimmün reaksiyonu baskılarken aynı zamanda sindirim sistemi FLORA yapısında da geri dönüşsüz hasarlar bırakmaktadır.

CROHN HASTALIĞINA bağlı oluşan komplikasyonlar olan FİSTÜL, FİSSÜR, ANAL ABSE VE BAĞIRSAK TIKANIKLIĞI durumlarında tek tedavi şekli CERRAHİDİR.

CROHN HASTALIĞINDA en önemli ve kritik olay hastalığa erken tanı konularak en kısa sürede tedaviye başlanmasıdır. Kişiler hastalığa ne kadar uzun süre ve şiddetli muhatap olurlarsa geri dönüşsüz komplikasyonlarda o ölçüde fazla olmaktadır.

Bu gerekçelerden dolayı mümkün olan en uzun REMİSYON (iyilik hali, hastalıksız dönem) dönemleri ve en az ALEVLENME (atak geçirme) dönemi sağlamak tedavinin temelini oluşturur. Çünkü geçirilecek her atak yeni tutulum alanları ve mevcut tutulmuş alanların ise komplikasyonlarının artması anlamına gelmektedir.

Mevcut süregelen tedavi yöntemleri ile hastalığın baskılanmasına yönelik verilen ilaçlar sebebiyle sindirim sistemi FLORAMIZI daha fazla hasara uğramaktadır. Yapılan tüm araştırmalar göstermektedir ki CROHN HASTALIĞININ ortaya çıkmasında sindirim sistemi florasının zayıflaması önemli bir tetikleyici faktördür. Yapılan baskılama tedavileriyle zayıflamış olan FLORAMIZ daha fazla hasara uğramakta (biyoçeşitliliği azalmakta ve bazen kısmen veya tamamen yok olmakta) ve sonuçta bir kısır döngü oluşmaktadır.

SİNDİRİM SİSTEMİ FLORASININ bozulması, biyoçeşitliliğinin azalması sindirim sisteminin seçici geçirgen özelliğini bozmakta ve GEÇİRGEN BAĞIRSAK SENDROMUNA sebep olmaktadır. Geçirgen Bağırsak Sendromu OTOİMMÜNİTENİN başlaması için en önemli etkenlerden biridir. Herhangi otoimmün hastalık oluşması diğer otoimmün hastalıkların oluşmasını hızlandırmakta ve kolaylaştırmaktadır. CROHN HASTALIĞI da bir otoimmün hastalıktır.

Yapılan incelemelerde sindirim sistemi florasında oluşan hasar sağlıklı donörden yapılacak TOTAL GASTROİNTESTİNAL FLORA NAKLİ ile tedavi edilir ve biyoçeşitliliği yüksek ve sağlıklı flora kazandırılırsa GERÇİRGEN BAĞIRSAK SENDROMU tedavi edilebilir.

Yapılan klinik araştırmalar göstermektedir ki  CROHN HASTALIĞI tesbit edilen hastaların sindirim sistemi florasında çoğunlukla orta-ileri derecede hasara rastlanmaktadır. Bu hastalara yapılan TOTAL GASTROİNTESTİNAL FLORA NAKLİ ciddi remisyonla (iyileşme) birlikte bu remisyon dönemlerinin uzun olmasını sağlamaktadır. Bundan dolayı daha az atak gözlenen hastalarda CROHN HASTALIĞINA bağlı gelişen komplikasyonlar (bağırsak tıkanıklığı, fistül, fissür, apse vs.) azalmaktadır.

CROHN HASTALIĞINDA bir diğer güncel popüler tedavi olan GAİTA NAKLİ veya FECAL MICROBİAL TRANSPLANTATİON (FMT) olarak bilinen yöntemle sağlıklı donörden alınan ve bir takım işlemlerden geçirilen gaita (dışkı) kolonoskopik olarak hasta kişinin kalın bağırsağına transplante edilir. FMT işlemi de CROHN HASTALIĞI tedavisinde etkili bir yöntemdir. Fakat TOTAL GASTROİNTESTİNAL FLORA NAKLİ Crohn Hastalığında ALTIN STANDART tedavidir.

]]>
https://www.docdrmuratkanlioz.com/crohn-hastaligi-nedir-nasil-tedavi-edilir/feed/ 0
Spastik Kolit Nedir? https://www.docdrmuratkanlioz.com/spastik-kolit-nedir/ https://www.docdrmuratkanlioz.com/spastik-kolit-nedir/#respond Tue, 16 Jan 2024 11:21:42 +0000 https://www.docdrmuratkanlioz.com/?p=3973 Continue reading Spastik Kolit Nedir?]]> Spastik kolit nedir ?

Spastik Kolit, bir diğer adıyla İrritabl Bağırsak Sendromu (İBS) veya Huzursuz Bağırsak Hastalığı, herhangi organik neden tespit edilemeyen fonksiyonel bir hastalık olarak tanımlanır. Hastalarda özellikle yemeklerden sonra olmakla birlikte günün büyük çoğunluğunda karın ağrısı, bağırsaklarda huzursuzluk, aşırı şişkinlik, aşırı bağırsak gazı, dışkılamada bozukluklar (ishal, kabızlık, keçi pisliği gibi dışkılama, zaman zaman normal dışkılama), hazımsızlık en önemli semptomlardır.

Spastik Kolit toplumun yaklaşık %15-20’sinde görülür. Bu hastalığa kadınlarda erkeklerden daha fazla rastlanır. Tüm Dünya genelinde Spastik Kolit hastalığına her geçen yıl daha fazla rastlanmaktadır. Stres, Spastik Kolit olgularında en önemli tetikleyici faktör olarak gösterilmektedir. Aynı zamanda hastalığın kendisi de ciddi stres ürettiği için, hastalığın mı stresten kaynaklandığı yoksa stresin mi  hastalığın kaynağı olduğu tartışmalıdır. Hassas kişilerde daha sık gözlenmektedir. Önemli bir iş gücü kaybına sebep olmakta ve sosyal yaşamı da bozmaktadır.

Sindirim sistemimiz ve özellikle bağırsaklarımız çok ciddi sinir ağına sahiptir. Yaşadığımız herhangi fiziksel, psikolojik veya sosyal streste ilk etkilenen organımız bağırsaklarımızdır. Hepimiz şunu çok iyi biliriz ki; Biraz moralimiz bozulsa ilk olarak iştahımız kesilir, bazen bulantı ve karın ağrısı da buna eklenir. Basit gribal bir enfeksiyonda bile yine ilk olarak iştahımız kesilir ve bağırsak huzursuzluğu yaşarız. Bağırsaklarımız kendimizi mutlu hissetmemizi sağlayan hormonlar olan endorfinlerin (mutluluk hormonu) en önemli yapım yeridir. Bundan dolayı bağırsaklarda oluşan herhangi olumsuzluk endorfin üretimini etkileyeceği için huzursuzluk, mutsuzluk ve depresyon tetiklenir.

Spastik kolit nedeniyle yaşanılan semptomlar iş ve okul başarısını düşürmekle kalmaz, kaliteli uyku süresini de azaltacağı için kronik yorgunluğa çok sık rastlanır. Spastik kolite bağlı yaşanan stres artışına bağlı olarak mide ülseri, reflü özefajit, dispepsi, baş ağrısı, fibromyalji, kronik baş ağrısı, migren, dikkat bozukluğu, öğrenme güçlüğü, diabet, cinsel fonksiyon bozuklukları, inflamasyona yatkınlık, hemoroid, anal fissür, tinnitus, malignite ve daha birçok hastalık spastik kolitlilerde daha fazla gözlenir.

Yaptığımız klinik araştırmalarda spastik kolit hastalarında tespit edilen en önemli bulgu sindirim sistemi florasının biyoçeşitliliğinde oluşan azalmadır. Biyoçeşitliliğin azalması ile spastik kolit artışı arasında anlamlı bir ilişki vardır. Biyoçeşitliliği artırmaya yönelik tedaviler ile spastik kolit olgularında ciddi gerilemeler sağlanmaktadır.

Endüstriyel gelişim ile birlikte hastalık çığ gibi artmıştır ve halen artmaya devam etmektedir. Yirminci yüzyılın özellikle ikinci yarısından itibaren tüm Dünyada nüfusun büyük çoğunluğunun şehirlerde ve metroplerde yaşamaya başlaması ile birlikte çevresel kirleticilere maruziyet (hava, besin ve su kirliliği), genetiği değiştirilmiş gıda tüketimi, tarım kimyasalları, hazır gıda tüketimindeki artış öncelikle sindirim sistemi floramızda hasar oluşturmaktadır. Yapılan tüm çalışmalar göstermektedir ki sindirim sistemi floramızın biyoçeşitliliği ne kadar fazla ise o ölçüde sindirim sistemi rahatsızlıklarına karşı dirençli olmaktayız. Flora biyoçeşitliliği yüksek olan kişilerde Spastik Kolit çok daha az görülmektedir.

İnsan sindirim sisteminde bu güne kadar tanımlanmış binden fazla flora bakterisi vardır. Kırsal ve endüstriyel üretimden uzak bölgelere gittikçe sindirim sistemi flora çeşitliliğinin arttığını, sanayi bölgeleri ve metropellere geldikçe de flora biyoçeşitliliğin azaldığını gözlemlemekteyiz.

Sindirim sisteminde ağızdan anüse kadar her bölgede farklı flora elemanları bulunur. Bunlar bulunduğu bölgede patojen mikroplarla mücadele, bölgenin aisd-baz dengesi, nemlilik, biyosentez, detoksifikasyon, sindirim vs birçok fonksiyona sahiptir. Tüm sindirim sistemi boyunca onlarca hatta yüzlerce çeşit flora bakterisi barındırmaktayız. Her bir flora elemanı kendi bölgesine spesifik olup başka bölgede tutunmaz ve yaşamaz. Çok kompleks bir fabrikanın yüzlerce departmanı gibi sindirim sistemi boyunca da yüzlerce farklı fonksiyon gerçekleşen bölge vardır. Her bir flora çeşidi yaşadığı bölgede milyonlarca üyeden oluşan kolonizasyonlardır. FLORA, gün içiresinde defalarca kendisini yeniler ve zamanını dolduran flora üyeleri doğal yolla ilerleyerek dışkı (gaita) olarak atılır. Dışkı hacminin %60-70’i ölü ve canlı flora atıklarından oluşur.

Spastik kolit, İBS veya huzursuz bağırsak sendromu olarak adlandırılan hastalıkta çoğunlukla flora biyoçeşitliliğinde ciddi azalma gözlendiğinden tedavide en kalıcı etkili çözüm FLORA NAKLİDİR..

Sağlıklı ve biyoçeşitliliği yüksek donörden yapılan total gastrointestinal flora nakli SPASTİK KOLİT olgularında ciddi gerilemeler sağlamaktadır.

]]>
https://www.docdrmuratkanlioz.com/spastik-kolit-nedir/feed/ 0
Geçirgen Bağırsak Sendromu Nasıl Teşhis Edilir? https://www.docdrmuratkanlioz.com/gecirgen-bagirsak-sendromu-nasil-teshis-edilir/ https://www.docdrmuratkanlioz.com/gecirgen-bagirsak-sendromu-nasil-teshis-edilir/#respond Fri, 12 Jan 2024 12:32:21 +0000 https://www.docdrmuratkanlioz.com/?p=3969 Continue reading Geçirgen Bağırsak Sendromu Nasıl Teşhis Edilir?]]> Geçirgen Bağırsak Sendromunun nasıl teşhis edilebileceğini anlamak için öncelikle aşağıdaki soruları tek tek yanıtlamak gerekir:

  • Sindirim sistemi florası nedir?
  • Sindirim sistemi flora çeşitliliği ve önemi nedir?
  • Floramız nasıl oluşur?
  • Floramız nasıl bozulur?
  • Floramızı nasıl zenginleştirebiliriz ve/veya koruyabiliriz?
  • Bağırsaklarımızın SEÇİCİ GEÇİRGENLİĞİ ne demektir?
  • Bağırsaklarımızın SEÇİCİ GEÇİRGENLİĞİ bozulunca ne olur?
  • Geçirgen Bağırsak Sendromu ne demektir?
  • Geçirgen Bağırsak Sendromu NEDEN OLUR ?
  • Geçirgen Bağırsak Sendromu NİÇİN EN KISA SÜREDE TEDAVİ EDİLMELİDİR ?
  • Geçirgen Bağırsak Sendromu belirtileri nelerdir?
  • GEÇİRGEN BAĞIRSAK SENDROMU nasıl teşhis edilir?

 

 SİNDİRİM SİSTEMİ FLORASI NEDİR ?

İnsanların tüm sindirim sistemi boyunca (ağızdan anüse kadar) hepsi kendi alanında özel fonksiyonlara sahip (sindirim, sentezleme, dezenfeksiyon, zararlı maddeleri yok etme, patojen mikroplarla mücadele vs), bize fayda üreten, bizimle birlikte yaşayan, çeşitlilik olarak onlarca ve yüzlerce olarak ifade edebileceğimiz biyoçeşitlilikte, sayısal olarak tüm vücudumuzdaki hücrelerden yüzlerce kat fazla, çoğunluğu BAKTERİ, MAYA’lardan oluşan FAYDALI MİKROPLARLA birlikte yaşarız. Bunların genel adı SİNDİRİM SİSTEMİ FLORASIDIR.

 

SİNDİRİM SİSTEMİ FLORA ÇEŞİTLİLİĞİ ve ÖNEMİ NEDİR ?

Vücudumuzu kompleks bir fabrika gibi düşünürsek her bir FLORA çeşidi birer teknisyen-mühendis gibi düşünülebilir. Bir fabrikanın ne kadar kaliteli ürün çıkaracağı o fabrikanın ne kadar fazla branşlaşmış teknisyen-mühendisi olmasına bağlıdır. Bugüne kadar tüm sindirim sisteminde 1054 farklı FLORA elemanı tanımlanmıştır. Biz sindirim sistemimizde ne kadar çok FLORA çeşitliliğine sahip olursak o ölçüde SAĞLIKLI, MUTLU, KALİTELİ ve UZUN bir ömür yaşarız.

 

FLORAMIZ NASIL OLUŞUR ?

Flora kazanmaya doğum esnasında başlarız. Normal doğum esnasında bebek ilk florasını annenin doğum kanalından alır ve son derece kıymetlidir. Sezeryan doğumlar bu flordan ömür boyu mahrum kalır. Doğduktan sonra bebek çevresindekilerden özellikle annesinden aldığı flora ile şekillenir. Anne sütü, beslenme alışkanlıkları, aile ve çevresinde temas ettiği her şey florayı çeşitlendirir. Yaş dönemleri ile flora yapısı kısmi değişikliklere uğrar (bebeklik, ergenlik, doğum yapma, menapoz vs).

 

FLORAMIZ NASIL BOZULUR ?

Sindirim sisteminde barındırdığımız FLORA, bizim yediklerimizden ve sindirm sistemi salgılarından beslenir. Uzun süre ağızdan beslenmemek (yoğun bakım süreçleri, cerrahi girişimler), çok fazla antibiyotik kullanmak, çok sık boğaz enfeksiyonu geçirmek, yetersiz beslenme, çevresel kirleticiler (başta tarımsal ilaçlar olmak üzere), radyasyon, immünsüpresif ilaçlar, uzun süre kortikosteroid kullanımı, kemoterapi, bağışıklık sistemini bozan hastalıklar başta olmak üzere birçok etken FLORA HASRINA neden olmaktadır.

 

FLORAMIZI NASIL ZENGİNLEŞTİREBİLİRİZ ve/veya KORUYABİLİRİZ ?

Florayı zenginleştirmekten kasıt flora biyoçeşitliliğini artırmaktır. Öncelikle herhangi tıbbi zorunluluk yoksa mutlaka normal doğum teşvik edilmelidir. Kaliteli ve dengeli beslenmek önemlidir. Endüstriyel gıda ürünlerinden mümkün olduğu kadar uzak durulmalıdır. Gıdalar üzerinde yoğun tarımsal ilaçlar olduğu unutulmamalıdır. Ev ortamında doğal probiyotikleri kendimiz üreterek tüketmeliyiz (turşu, tarhana, meyve kurusu, yoğurt, kefir, salça, sirke, turşu vs). Çocuklarımızın özellikle gelişme çağında sağlıklı ve çeşitli coğrafyalardaki akranları ile uzun süreli yakın teması, yeme içmesi ve birlikte vakit geçirmeleri sağlanırsa FLORA BİYOÇEŞİTLİLİĞİ artırılır. Bebeklik döneminde ne kadar fazla sayıda sağlıklı emziren anne tarafından en az bir kere bile olsa emzirilmesi son derece kıymetlidir. Başta antibiyotikler olmak üzere gereksiz ilaç kullanımından kaçınılmalı, alkol ve sigarada kullanılmamalıdır.

 

Bağırsaklarımızın SEÇİCİ GEÇİRGENLİĞİ ne demektir ?

Yediğimiz tüm gıdalar FLORAMIZ ve sindirim sistemiz salgılarımız (tükrük, mide salgısı, safra, pankreas salgıları vs) sayesine mikroplardan arındırılır ve parçalanarak bağırsaklarımız tarafında emilmeye elverişli hale getirilir. Bağırsaklarımızın her bölgesi farklı özellikte biyokimyasal işlevlere sahip olup, her gıda türünün emilerek kan dolaşımına katıldığı bölge de farklıdır. Gıdalar bağırsaklardan emilerek kan dolaşımına geçer ve vücudun ihtiyaçlarını karşılar. Bağırsaklarımızın seçici geçirgen özelliğe sahiptir ve bu sayede her şeyin kan dolaşımına geçmesi mümkün değildir. Bu SEÇİCİ GEÇİRGENLİK yaşamsal öneme sahiptir ve bizleri korur. Bağırsaklarımızın seçici geçirgen özelliği, sindirim sisteminin her bir bölgesinde olması gereken flora ve bağırsaktan salgılanan mukus sayesinde emilim yüzeyinin dış etkenlerden korunabilmesi ile mümkündür. Bağırsak iç yüzeyini kaplayan mukus sayesinde emilim yüzeyi sindirim salgılarımız ve gıdalarla direkt temas etmez. Mukus yapısı bozulup temas gerçekleştiği zaman sindirim sistemi iç yüzünde tahriş (ülser) oluşur ve artık bu yüzey seçici geçirgen özeliğini kaybeder.

 

Bağırsaklarımızın SEÇİCİ GEÇİRGENLİĞİ bozulunca ne olur?

Bağırsaklarımız seçici geçirgen özelliğini kaybedince, normalde bağırsaklardan kan dolaşımına geçmemesi gereken birçok şey (tam sindirilmemiş gıdalar, toksinler, mikroplar vs) kan dolaşımına kontrolsüz bir şekilde geçmeye başlar.

 

Geçirgen Bağırsak Sendromu ne demektir?

Kan dolaşımına geçmemesi gerektiği halde geçen ögeleri (tam sindirilmemiş gıdalar, toksinler, mikroplar vs) algılayan savunma sistemimiz bunları yok etmek için çaba sarfeder. Belli bir aşamadan sonra savunma sistemimizin yorulması ve koordinasyonunu kaybetmesi sonucunda vücudumuzun dokularını da ‘’yabancı- zararlı’’ olarak algılayarak onlara da saldırısı başlar. İşte en önemli kırılma noktası burasıdır. Savunma sistemimizin kendi dokularına saldırması OTOİMMÜNİTE olarak adlandırılır ve bundan sonraki sürecin tamamı OTOİMMÜN SÜREÇLERDİR. Bu niçin önemlidir; Çünkü bir otoimmün hastalık oluştuktan sonra diğer otoimmün hastalıkları davet eder veya oluşumunu kolaylaştırır. OTOİMMÜN hastalıklarda en önemli tetikleyici faktörlerden birisi ve en önemlisi bağırsakların seçici geçirgen özeliğini kaybetmesidir. Bağırsakların seçici geçirgen özeliğini kaybetmesi ile giden hastalıkların genel ismi de ‘’GEÇİRGEN BAĞIRSAK SENDROMUDUR’’. Geçirgen Bağırsak Sendromu başlığı altında değerlendirilen hastalıkların belli başlı bazıları şunlardır. Çölyak Hastalığı, Çölyak Benzeri Hastalık(Gluten Alerjisi), Laktoz İntoleransı (anne Sütü Alerjisi), Laktoz Alerjisi Benzeri Sendrom(İleri Yaş Süt Alerjisi), Ülsertaif Kolit, Crohn Hastalığı, Gıda Alerjisi, SİBO, Disbiyozis vs.

 

Geçirgen Bağırsak Sendromu NEDEN OLUR ?

İnce bağırsaklarımız mide çıkışından kalın bağırsaklara kadar ortalama 6-8 metre uzunluktadır. Kalın bağırsaklarımız ise 180-220 cm boyundadır. İnce bağırsaklarımızın iç yüzeyeyi dümdüz bir boru şekilde değildir, kendi içinde birçok katlantılar oluşturarak emilim yüzey alanını artırır. Erişkin bir insanda ince bağırsakların iç yüzeyi 16.000-20.000 m2 olup bu büyük bir olimpiyat stadı kadardır. Bu geniş yüzey sayesinde emilim, sentezleme, sindirim, salgılama, detoksifikasyon işlemleri sağlıklı olarak gerçekleşir. İnsanların en önemli sağlıklılık kriterlerinden birisi de ince bağırsak emilim yüzey alanının genişliğidir. Çünkü bağırsaklarımızı bir ülkenin adeta sınırlarına benzetecek olursak, buraların kontrolü bir ülke için ne kadar yaşamsal ise bağırsaklarımız da aynen öyledir. Bu geniş bağırsak emilim yüzeyi bağırsak içeriği ile (sindirim salgıları ve dışarıdan aldığımız gıdalar) direkt temas etmez. Eğer edecek olursa yediğimiz gıdalar bağırsaklarda nasıl sindiriliyorsa aynı şey bağırsaklarımız için de gerçekleşir ve yüzeyde yaralar oluşur. Bağırsaklarımızın tüm iç yüzeyi MUKUS adı verilen sümüksü bir salgı ile kaplanarak dış etkilerden korunur. MUKUS oluşmasında ve sürdürülmesinde sindirim sistemin her bölgesi için özelleşmiş ve bizimle birlikte yaşayan faydalı mikroorganizmalar olan FLORA olarak adlandırdığımız yapılar hayati öneme sahiptir. FLORA biyoçeşitliliği ne kadar yüksek ise o ölçüde kaliteli bağırsak fonksiyonları sağlanır.

MUKUS oluşumunu bozan ve bağırsaklarımızı dış etkenlere açık hale getiren en kritik etkenlerden birisi ve en önemlisi de FLORA HASARIDIR. İlgili bölge florası herhangi sebeple zayıflar veya tamamen ortadan kalkar ise o bölgelerde mukus üretimi bozulur ve bağırsak dış etkenlere maruz kalır. Bağırsaklarımızın en önemli özelliği SEÇİCİ GEÇİRGEN olmasıdır. Florası bozulan mukus koruma kalkanı ortadan kalkan bağırsak yüzey alanlarında artık seçici geçirgenlik bozulur ve kontrolsüz olarak bağırsak içerikleri kan dolaşımına geçer ve OTOİMMÜN süreç başlar. Oluşan bu tabloya GEÇİRGEN BAĞIRSAK SENDROMU denir.

Sindirim sistemi florasında hasar oluşturan tüm durumlar Geçirgen Bağırsak Sendromu oluşmasında rol oynar.

 

Geçirgen Bağırsak Sendromu NİÇİN EN KISA SÜREDE TEDAVİ EDİLMELİDİR ?

Bağırsaklarımız dış etkenlere maruz kalması ile birlikte başlayan ülserasyon nedeniyle geri dönüşsüz olarak emilim yüzey alanları yok olmaya yani azalmaya başlar. Kişiler geçirgen bağırsak hastalığına ne kadar uzun süre muhatap olurlarsa ve hastalık ne kadar şiddetli seyrederse o ölçüde bağırsak emilim yüzey alanı kaybı (villus atrofisi) oluşur ve bu kayıplar tedavi ile tekrar geri kazanılamaz. Örnek vermek gerekir ise hasta Geçirgen Bağırsak Sendromu nedeniyle 20.000 m2 olan ince bağırsak emilim yüzeyi 12.000 m2’ye gerilemiş ise hiçbir tedavi yöntemi ile yüzey alanını tekrar 12.000 m2’nin üzerine çıkaramayız. Yapılacak tedavi ancak hasar sonrası geride kalan mevcudu korumaya yöneliktir. Tedavi zamanı son derece önemlidir, çünkü bağırsak emilim yüzey alanı 4.000 m2’nin altına düştükten sonra birçok hayati fonksiyonun yeniden telafisi mümkün değildir.

 

Geçirgen Bağırsak Sendromu belirtileri nelerdir ?

  • Yemekler sonrası şişkinlik
  • Bağırsak gazında artış
  • Pis kokulu dışkılama
  • Kanlı dışkılama
  • Mukuslu dışkılama
  • Yemekten hemen sonra dışkılama hissi
  • Hazımsızlık
  • Gıda alerjilerinin başlaması (unlu, şekerli, sütlü gıdalar, kuruyemiş, baharat, yumurta vs)
  • Dışkılama alışkanlıklarında değişimler
  • Kronik ishal
  • Gelişme gerilikleri
  • Eğitim başarısında düşme
  • Otizmin derinleşmesi veya ortaya çıkması
  • Ruhsal durum bozuklukları (Depresyon vs)
  • Cilt alerjileri
  • Aşağıdaki otoimmün hastalıkları ortaya çıkması:

*Sedef Hastalığı

*Fibromyalji

*Haşimato Troiditi

*Romatizmal Eklem Hastalıkları

*Behçet Hastalığı

*GUT Hastalığı

*Ergenlik dışı sivilceler

*Vitiligo Hastalığı

*İmmün sistemin zayıflaması

*Böbrek, yumurtalık ve meme kistleri

*Kronik Yorgunluk

*Sebepsiz Mutsuzluk

*vs

 

GEÇİRGEN BAĞIRSAK SENDROMU nasıl teşhis edilir ?

Öncelikle aşağıda sayılan geçirgen bağırsak sendromu belirtileri ile başvuran hastaya detaylı bir fizik muayene ve sorgulama yapılır. Bu belirtiler:

–  Yemekler sonrası şişkinlik

–  Bağırsak gazında artış

–  Pis kokulu dışkılama

–  Kanlı dışkılama

– Mukuslu dışkılama

– Yemekten hemen sonra dışkılama hissi

– Hazımsızlık

– Gıda alerjilerinin başlaması (unlu, şekerli, sütlü gıdalar, kuruyemiş, baharat, yumurta vs)

– Dışkılama alışkanlıklarında değişimler

– Kronik ishal

– Gelişme gerilikleri

– Eğitim başarısında düşme

– Otizmin derinleşmesi veya ortaya çıkması

– Ruhsal durum bozuklukları (Depresyon vs)

– Cilt alerjileri

-Aşağıdaki otoimmün hastalıkları ortaya çıkması

*Sedef Hastalığı

*Fibromyalji

*Haşimato Troiditi

*Romatizmal Eklem Hastalıkları

*Behçet Hastalığı

*GUT Hastalığı

*Ergenlik dışı sivilceler

*Vitiligo Hastalığı

*İmmün sistemin zayıflaması

*Böbrek, yumurtalık ve meme kistleri

*Kronik Yorgunluk

*Sebepsiz Mutsuzluk

*vs

 

Geçirgen Bağırsak Sendromu konusunda deneyimli bir hekim tarafından yapılacak muayene tanı konulmasında çoğunlukla yeterli olacaktır. Tanı konulduktan sonra teknik detayları görmek için birtakım laboratuvar testlerine başvurulur.

Bu testler:

  • Gaitada Zonulin Testi
  • Gaitanın Mikrobiyal Analizi (Mikrobiata Testi)

 

Bunların haricinde gerekli görülen testler de yapılabilir. Geçirgen Bağırsak Sendromunda teşhis konulması öncelikle hastayı iyi dinleyerek, doğru sorulara alınacak yanıtlarla, yapılacak gözlemlerle, fizik muayeneyle ve hekim deneyimi ile olur.

]]>
https://www.docdrmuratkanlioz.com/gecirgen-bagirsak-sendromu-nasil-teshis-edilir/feed/ 0
Çölyak Hastalığı ve Gluten İntoleransı Tedavisinde Önemli Gelişmeler https://www.docdrmuratkanlioz.com/colyak-hastaligi-ve-gluten-intoleransi-tedavisinde-onemli-gelismeler/ https://www.docdrmuratkanlioz.com/colyak-hastaligi-ve-gluten-intoleransi-tedavisinde-onemli-gelismeler/#respond Mon, 11 Sep 2023 14:37:49 +0000 https://www.docdrmuratkanlioz.com/?p=3927 Continue reading Çölyak Hastalığı ve Gluten İntoleransı Tedavisinde Önemli Gelişmeler]]> Gluten intoleransının genellikle ÇÖLYAK HASTALIĞI olarak adlandırılır. Çölyak Hastalığı da günümüz tıp literatürüne göre tedavisi mümkün olmayan hastalık olarak kodlandığı için bu tanı ile karşılaşmak hastalarda derin bir çaresizlik ve depresyon ile seyreden sürecin başlangıcı olmaktadır. Fakat durum öyle olmayıp, bu olguların çoğu tedavi edilebilir niteliktedir.
Öncelikle kavramların net anlaşılması için tanımlamaları kafalarda soru işareti bırakmayacak şekilde net yapmak gerekir.

GLUTEN hassasiyeti olanların en fazla %5’i ÇÖLYAK HASTALIĞIDIR. Geri kalan %95’i ÇÖLYAK LİKE SENDROM (Çölyak Benzeri Sendrom) olarak adlandırabileceğimiz olgulardır. Bunlar ne anlama gelmektedir, sırayla tek tek açıklayalım.

Bu tanımlama niçin önemlidir?

Çünkü %95’lik ÇÖLYAK LİKE SENDROM olan olguların tamamı kesin ve kalıcı olarak tedavi edilebilir nitelikteki vakalardır. Gerek ÇÖLYAK HASTALIĞI olsun, gerekse ÇÖLYAK LİKE SENDROM olsun her iki gruptaki hastaların tamamı ‘’Geçirgen Bağırsak Sendromu’’ başlığı altında değerlendirilir ve bunlarda sindirim sistemi flora hasarı ve bağırsaklarda seçici geçirgenlikte bozulma söz konusudur. Böyle olmakla birlikte her iki gruptaki hastalık süreçleri ve mekanizmaları farklıdır.

ÇÖLYAK HASTALIĞI genetik geçiş gösteren arpa, buğday gibi unlu gıdalarda bulunan ‘’GLUTEN’’i oluşturan proteinlerden ‘’GLİADİN’’e karşı gelişen bir hassasiyettir. Bu hastalar yaşamlarının herhangi döneminde teşhis edilirler. Olguların klinik bulgu vermeye başlamasındaki temel kritik süreç bağırsak FLORA HASARI ortaya çıkmasıdır. ÇÖLYAK HASTALIĞI tanısı yapılacak endoskopi esnasında ince bağırsaktan biopsi ile (endoskopik kopartma yöntemi ile) alınan doku örneklerinin patoloji laboratuvarlarında yapılan mikroskobik incelemesi sonrasında konulur.
Glutenli ürünlere karşı hassasiyeti var ve endoskopik biopsi ile ÇÖLYAK HASTALIĞI tanısı konulamayan olguların tamamına ÇÖLYAK LİKE SENDROM adı verilir. Hem ÇÖLYAK HASTALIĞI hem de ÇÖLYAK LİKE SENDROM vakalarında bağırsak flora hasarı unlu gıdalara karşı intolerans bulgularının ortaya çıkmasına sebep olan faktördür.

ÇÖLYAK LİKE SENDROM’unda sindirim sistemi florasında oluşan hasar ile birlikte bağırsakların seçici geçirgen özelliği bozulmakta ve buna bağlı olarak normalde bağırsaklardan kan dolaşımına geçmemesi gereken bağırsak içeriğinin geçmesine bağlı olarak alerjik süreç başlar. Vücudumuzun savunma sistemi kan dolaşımına geçmemesi gerektiği halde geçen maddeleri yabancı olarak algılayıp yok etmeye çalışır. Bir süre sonra savunma sistemi neye saldırıp yok edebileceğine dair koordinasyonu kaybedip vücudun kendi dokularını da yabancı olarak algılayıp saldırmaya başlar. En önemli süreç de işte burada başlar ve buna ‘’OTOİMMİNİTE’’ yani vücudun kendi kendisini yok etmeye çalışması ve bu süreç sonunda oluşan hastalıklara da ‘’OTOİMMÜN HASTALIKLAR’’ denir. Herhangi otoimmün hastalık başladığında diğer otoimmün hastalıkların başlamasını kolaylaştırır. Bu otoimmün hastalıklar atopik dermatit, vitiligo, gül hastalığı, otoimmün artritler (romatizma), otoimmün vaskülitler (Behçet hastalığı vb.), sedef hastalığı, MS hastalığı, alerjik rinit, alerjit astım, ülseratif kolit, İBS hastalığı, fibromyalji, kronik yorgunluk vb.
Hem ÇÖLYAK HASTALIĞI, hem de ÇÖLYAK LİKE SENDROM olan hastalar hep şu soruları sorarlar. Geçmişte bu gıdalar bana dokunmuyordu, alerji ve şişkinlik yapmıyordu, neden şimdi rahatsız oluyorum? Bunun cevabı son derece basit. Geçmişte sindirim floranız sağlamdı, fakat şimdi değil.

ÇÖLYAK LİKE SENDROM olgularında şikayetlerin ve klinik bulguların başlamasında en önemli faktörlerden birisi de yediğimiz unlu gıldaların GENETİĞİNİN DEĞİŞTİRİLMİŞ olmasıdır (GDO’lu ürün). Bizlerin çıplak gözle doğal veya GDO’lu ürünü ayırt etme yeteneğimiz yoktur. Fakat binlerce yıldan beri nesiller boyu aktarılan genetik hafızamız sayesinde bağırsaklarımız doğal buğday ile GDO’lu buğdayı anında tanımaktadır. Sindirim sistemi floramızda oluşan hasarla birlikte bağırsağın seçici geçirgen özelliğinin de bozulması neticesinde kan dolaşımına geçen GDO’lu ürünler alerjik reaksiyon süreci tetiklenmektedir.

Gluten intoleransı olan ÇÖLYAK HASTALIĞI ve ÇÖLYAK LİKE SENDROM olan hastalar FLORA NAKLİ yöntemi ile tedavi edilebilirler. ÇÖLYAK LİKE SENDROM olgularında FLORA NAKLİ tedavisi ile tamamen ve kalıcı olarak kür sağlanabilir. ÇÖLYAK HASTALIĞINDA ise FLORA NAKLİ yöntemi ile yapılan tedavi sonrası uzun dönem (3-5 yıl) remisyonlar elde edilerek şikayetlerin kısmen veya tamamen geçmesi temin edilebilir. Burada FLORA NEDİR, FLORANIN FONKSİYONU NEDİR ve FLORA NAKLİ NEDİR bu kavramları kısaca tanımlamakta fayda var.

FLORA NEDİR ?

İnsan vücudunun belli bölgelerinde, bizlerle barışık olarak yaşayan, bizlere zarar vermeyen, yaşadığı bölgenin yaşamsal fonksiyonlarına katkı sunan, olmaması durumda sağlık problemlerine neden olan, fonksiyonlarını başka bir şekilde telafi edemeyeceğimiz, sürekli kendisini yenileyen, uygun yaşam koşullarında çeşitliliği artan, bazı olumsuz durumlarda sayısı ve biyoçeşitliliği azalan mikroorganizmalarla birlikte yaşarız. Bunların genel ismi FLORA’dır.

FLORANIN FONKSİYONU NEDİR ? NEDEN ÖNEMLİDİR ?

Her bölgenin florası bulunduğu bölgede dışarıdan gelen patojenlerle savaşan en önemli yapılardır. Eğer o bölgenin florası azalmış, tahrip olmuş veya yok olmuşsa ilgili alan patojen mikroorganizmalar tarafından işgal edilir. Örneğin boğazımızdaki flora bozulması kronik bademcik enfeksiyonu ve kronik farenjit oluşmasına neden olur. Ağız içi flora bozulması ise ağız kokusu, diş çürükleri, ağız içi yaralar ve ağız kuruluğu olarak kendini gösterebilir. Sindirim sistemi florası bulundukları bölgede mukus adı verilen tüm sindirim sistemi iç yüzeyini kaplayan jelimsi bir salgının oluşmasında son derece kritik öneme sahiptir. Eğer mukus olmaz ise yediğimiz, içtiğimiz gıdalar ve tüm sindirim sistemi salgıları direkt olarak sindirim sistemi yüzeyi (mukoza) ile temas eder ve temas ettiği alanlarda erezyona neden olur. Flora bulunduğu bölgenin asid-baz dengesi, enzimatik fonksiyonu, sentez fonksiyonu ve sindirim faaliyetleri için vazgeçilmezdir. Eğer flora olmazsa bu fonksiyonlarda bozulmalar oluşur. Hangi bölgede flora hasarı varsa hem olduğu bölge fonksiyonu bozulur, hem de ileri ve gerisindeki fonksiyonlarda da aksaklıklara neden olur.

FLORA NAKLİ NEDİR ?

Sağlıklı en az bir FLORA DONÖRÜNDEN genel anestezi altında endoskopi ve kolonoskopi yapılarak sindirim sisteminin yaklaşık 30 farklı anatomik bölgesinden, her bir bölge kendi özelliklerine uygun serumlarla yıkanıp geri aspire edilerek her bir bölgeden alınmış flora örnekleri birtakım özel işlemlerden geçirildikten sonra, donörün hangi bölgelerinden alınmışsa hasta kişinin de eşdeğer anatomik bölgelerine yine aynı şekilde genel anestezi altında endoskopik ve kolonoskopik olarak aktarılması işlemine flora nakli denir.

]]>
https://www.docdrmuratkanlioz.com/colyak-hastaligi-ve-gluten-intoleransi-tedavisinde-onemli-gelismeler/feed/ 0
Gaita Nakli İle Tedavi Edilen Hastalıklar https://www.docdrmuratkanlioz.com/gaita-nakli-ile-tedavi-edilen-hastaliklar https://www.docdrmuratkanlioz.com/gaita-nakli-ile-tedavi-edilen-hastaliklar#respond Mon, 19 Jun 2023 09:18:28 +0000 https://www.docdrmuratkanlioz.com/?p=3868 Continue reading Gaita Nakli İle Tedavi Edilen Hastalıklar]]> Gaita nakli, bilimsel adıyla fekal mikrobiyota transplantasyonu (FMT), çeşitli sağlık sorunlarını tedavi etmek için kullanılan bir tedavi yöntemidir. Bu yöntem, sağlıklı bir kişinin dışkısının (gaitasının) hastalıklı bir kişiye nakledilerek hastanın bağırsak mikrobiyotasının dengelenmesi ve sağlıklı hale getirilmesi temeline dayanır.

Gaita nakli, genellikle aşağıdaki durumlarda tedavi seçeneği olarak değerlendirilir:

GAİTA NAKLİ İLE TEDAVİ EDİLEN HASTALIKLAR:

  • İnce ve Kalın Bağırsak Flora Bozuklukları
  • Geçirgen Bağırsak Sendromu
  • İBS
  • Gıda Alerjisi
  • Otoimmün Hastalıklar
  • Demans
  • Alzheimer Hastalığı
  • Konik İshal
  • Kronik Kabızlık
  • SİBO
  • Disbiyozis

Her ne kadar gaita naklinin birçok hastalığın tedavisinde umut verici sonuçlar gösterse de, halen bu tedavi yöntemi üzerinde çok sayıda çalışma yapılmaktadır ve sadece belirli durumlarda standart tedavi olarak kabul edilmektedir. Her zaman olduğu gibi, tıbbi tedaviler kişiden kişiye değişiklik gösterir ve her tedavi yöntemi, bir doktorun gözetimi ve tavsiyesi altında olmalıdır.

]]>
https://www.docdrmuratkanlioz.com/gaita-nakli-ile-tedavi-edilen-hastaliklar/feed/ 0
Gaita Nakli İle Flora Nakli Aynı Mıdır ? https://www.docdrmuratkanlioz.com/gaita-nakli-ile-flora-nakli-ayni-midir https://www.docdrmuratkanlioz.com/gaita-nakli-ile-flora-nakli-ayni-midir#respond Mon, 19 Jun 2023 09:09:11 +0000 https://www.docdrmuratkanlioz.com/?p=3865 Continue reading Gaita Nakli İle Flora Nakli Aynı Mıdır ?]]> Gaita Nakli İle Flora Nakli Aynı Mıdır ?

Hayır. Aslında temel felsefe aynıdır. Sindirim sistemi florası zayıflamış, deforme olmuş veya bozulmuş olan kişilere sağlıklı floraya sahip donörden flora aktarımı yapmaktır.

İlk olarak Gaita Nakli ile başladığım süreç zaman içerinde yetersiz kaldığını gözlemlememden dolayı daha kapsayıcı flora nakli nasıl yapabilir sorusuna yanıt aramak için araştırmalar yaptım. Bunların sonucu olarak TOTAL GASTROİNTESTİNAL FLORA NAKLİNİ (TGFN) geliştirdim. TGFN’inde tedavi kapsayıcılığı, tedavi başarısı ve uzun dönemde kalıcılığı çok daha yüksektir. Gaita nakliden farklı olarak TGFN’inde her bölgeden özel olarak canlı flora elemanları aktarılmaktadır (donörde nereden  alındı ise hastanın eşdeğer aynı bölgesine).

GAİTA NAKLİ İLE NE AKTARILIR ve NASIL YAPILIR?

Tüm sindirim sistemi boyunca yerleşik olan floramız gün içinde defalarca kendisini yeniler. Ömrünü doldurmuş canlı ve ölü flora atıkları sindirim sistemi boyunca doğal yoldan ilerleyerek GAİTA (dışkı) yoluyla atılır. Gaita hacminin %60-70’i flora atıklarımızdan oluşur. Gaita Naklinde aslında aktarılan gaita değil içindeki flora bakterileridir. İngilizce tam karşılığı ‘’Fecal Microbial Transplantation’’ yani ‘’Gaita İçindeki Mikrobiatanın Nakli’’dir. Sindirim sistemin üst bölgelerinin florası doğal ilerleyiş sürecinde çoğunlukla deforme olmaktadır. Bundan dolayı Gaita Naklinde genelde sindirim sistemin ince bağırsaklardan sonraki segmentlerine ait flora elemanları nakledilebilmektedir. Gaita nakli ile selektif olmayan flora nakli yapılmaktadır.

GAİTA NAKLİ (Fecal Microbial Transplantation) NASIL YAPILIR ?

Sağlıklı en az bir GAİTA DONÖRÜNDEN alınan gaitanın birtakım işlemlere tabi tutulduktan sonra hasta kişinin sindirim sisteminde belirlenen noktalara endoskopik ve kolonoskopik olarak ekilmesi işlemidir. Gaita Nakli işlemi hastanede, endoskopi ünitesinde, anestezi doktoru gözetiminde, sedasyon (hafif anestezi) altında, uyku halinde ve normal solunumu devam ederek yapılır. Hasta ağrı duymaz, yapılan işlemi hissetmez ve hatırlamaz. İşlem sonrası uyanır.

Tiplerine göre gaita nakilleri:

  • Bir donörden tek anatomik bölgeye yapılan gaita nakli
  • Çoklu donörden tek anatomik bölgeye yapılan gaita nakli
  • Bir donörden çoklu anatomik bölgeye yapılan gaita nakli
  • Çoklu donörden çoklu anatomik bölgeye yapılan gaita nakli

FLORA NEDİR ?

İnsan vücudunun belli bölgelerinde, bizlerle barış içinde yaşayan, bizlere zarar vermeyen, yaşadığı bölgenin yaşamsal fonksiyonlarına katkı sunan, olmaması durumda sağlık problemlerine neden olan, fonksiyonlarını başka bir şekilde telafi edemeyeceğimiz, sürekli kendisini yenileyen, uygun yaşam dönemlerinde çeşitliliği artan, bazı olumsuz durumlarda sayısı ve biyoçeşitliliği azalan mikroorganizmalarla birlikte yaşarız. Bunların genel ismi FLORA’dır.

SİNDİRİM SİSTEMİNDE YAŞAYAN KAÇ ÇEŞİT FLORA BAKTERİSİ TANIMLANMIŞTIR ?

Bugüne kadar insanların sindirim sisteminde tanımlanmış flora bakteri çeşidi 1054’dür.

İNSANLAR TÜM SİNDİRİM SİTEMİNDE KAÇ ÇEŞİT FLORA BAKTERİSİ BARINDIRIR ?

Yaşanılan çevresel koşullar bunda en önemli etkendir. Büyük metropollerde flora çeşitliliği 50-60’lara kadar düşerken kırsal bölgelerde artmaktadır. Türkiye’de ortalama 100-110 civarıdır.

FLORA NAKLİ NEDİR ?

Sağlıklı en az bir FLORA DONÖRÜNDEN genel anestezi altında endoskopi ve kolonoskopi yapılarak sindirim sisteminin yaklaşık 30 farklı anatomik bölgesinden, her bir bölge kendi özelliklerine uygun serumlarla yıkanıp geri aspire edilerek her bir bölgeden alınmış flora örnekleri birtakım özel işlemlere tabi tutulduktan sonra hasta kişinin eşdeğer anatomik bölgelerine yine aynı şekilde genel anestezi altında endoskopik ve kolonoskopik olarak aktarılması işlemidir.

 

]]>
https://www.docdrmuratkanlioz.com/gaita-nakli-ile-flora-nakli-ayni-midir/feed/ 0
Tüp Mide Ameliyatı Sonrası Pişman Olur Muyum? https://www.docdrmuratkanlioz.com/tup-mide-ameliyati-sonrasi-pisman-olur-muyum/ https://www.docdrmuratkanlioz.com/tup-mide-ameliyati-sonrasi-pisman-olur-muyum/#respond Wed, 14 Jun 2023 16:20:51 +0000 https://www.docdrmuratkanlioz.com/?p=3775 Continue reading Tüp Mide Ameliyatı Sonrası Pişman Olur Muyum?]]> Tüp mide ameliyatı, bilinen diğer adıyla gastrik sleeve ameliyatı, aşırı kilolu bireylerin kilo vermesine yardımcı olmak için kullanılan bir tür bariatrik (obezite) cerrahisidir. Bu ameliyat, midenin yaklaşık %80’ini çıkararak daha küçük bir “tüp” veya “kılıf” şeklinde yeniden şekillendirir. Bu, kişinin yemek yerken daha çabuk doymasını sağlar, dolayısıyla kalori alımını azaltır. Ancak, bu önemli bir cerrahi müdahale olduğu için, tüp mide ameliyatı sonrası pişman olup olmayacağınızı belirlemek, bir dizi kişisel faktöre bağlı olacaktır.

Öncelikle, ameliyatın sağlık durumunuz üzerindeki olası etkilerini dikkate almalısınız. Tüp mide ameliyatı genellikle önemli kilo kaybına yol açar ve bu da tip 2 diyabet, yüksek tansiyon, uyku apnesi ve diğer obezite ile ilişkili durumların iyileşmesine yardımcı olabilir. Eğer bu tür sağlık sorunlarınız varsa ve başka şekillerde kilo verme girişimleriniz başarısız olduysa, ameliyatın bu sağlık yararları karşısında pişmanlık hissetmeyebilirsiniz.

Bununla birlikte, tüp mide ameliyatı aynı zamanda ciddi riskleri ve yan etkileri de içerir. Bunlar arasında ameliyat sonrası enfeksiyonlar, kan pıhtıları, beslenme eksiklikleri ve mide asidinin yemek borusuna geri kaçması gibi durumlar yer alabilir. Ayrıca, bu ameliyatın ardından önemli bir diyet ve yaşam tarzı değişikliği gerekir. Ameliyatınızdan sonra, küçük porsiyonları tolere edebilmek için beslenme alışkanlıklarınızı önemli ölçüde değiştirmeniz gerekecek. Bu, bazı insanlar için zorlayıcı olabilir ve bu durum, ameliyat sonrası pişmanlık hissine yol açabilir.

Tüp mide ameliyatının başarı oranı genellikle yüksektir, ancak bazı durumlarda kilo kaybı beklenenin altında olabilir veya kişi zamanla tekrar kilo alabilir. Ameliyatın başarısı, büyük ölçüde kişinin yaşam tarzı değişikliklerine ve doktorunun önerilerine uyup uymamasına bağlıdır. Bu, ameliyatın sonuçlarından memnun olmayan ve pişmanlık duyan kişilerin başka bir nedenidir.

Son olarak, tüp mide ameliyatının maliyetini de göz önünde bulundurmalısınız. Sigorta poliçeniz bu tür bir ameliyatı kapsıyor olsa bile, genellikle ciddi bir mali yük olabilir. Ek olarak, ameliyat sonrası yaşam tarzı değişiklikleri, diyet takviyeleri ve düzenli tıbbi takip de ek maliyetlere yol açabilir.

Sonuç olarak, tüp mide ameliyatı sonrası pişman olup olmayacağınızı belirlemek, sizin kişisel durumunuz ve ameliyatın potansiyel faydalarını ve risklerini nasıl değerlendirdiğinize bağlı olacaktır. Bu tür bir karar vermeden önce, doktorunuzla konuşarak tüm seçenekleri, olası komplikasyonları ve beklenen yaşam tarzı değişikliklerini ayrıntılı bir şekilde incelemeniz önemlidir. Bu, sonuçta ameliyatla ilgili olası bir pişmanlık duygusunu en aza indirecek ve genel sağlık hedeflerinize ulaşmanızı sağlayacaktır.

]]>
https://www.docdrmuratkanlioz.com/tup-mide-ameliyati-sonrasi-pisman-olur-muyum/feed/ 0
Tüp Mide Ameliyatı Sonrası Püre Dönemi https://www.docdrmuratkanlioz.com/tup-mide-ameliyati-sonrasi-pure-donemi/ https://www.docdrmuratkanlioz.com/tup-mide-ameliyati-sonrasi-pure-donemi/#respond Wed, 14 Jun 2023 16:18:35 +0000 https://www.docdrmuratkanlioz.com/?p=3773 Continue reading Tüp Mide Ameliyatı Sonrası Püre Dönemi]]> Tüp mide ameliyatı sonrası püre dönemi genellikle ameliyatın ikinci haftasından itibaren başlar ve yaklaşık olarak iki hafta sürer. Bu süre zarfında, mideyi rahatsız etmeyecek, kolayca sindirilebilecek ve gerekli besinleri sağlayabilecek püre halindeki yiyecekler tüketilir. Bu dönemde tüketilen besinler genellikle yüksek proteinli ve düşük şekerli olmalıdır.

  1. Muzlu ve Yulaf Ezmesi Püresi: Kahvaltıda tüketilebilecek bu tarif, hem protein hem de lif bakımından zengindir. 1 olgun muz, 2 yemek kaşığı yulaf ezmesi ve 1 çay kaşığı tarçınla yapılır. Tüm malzemeler blendera konulur ve pürüzsüz bir hale gelene kadar karıştırılır. Son olarak 1 yemek kaşığı protein tozu eklenerek tekrar karıştırılır.
  2. Tavuk Çorbası Püresi: Öğle yemeği için tercih edilebilecek bu tarif, protein ihtiyacını karşılamak için mükemmeldir. Tavuk göğsünü haşladıktan sonra 1 çorba kaşığı tavuk suyu ve biraz tuz ekleyin ve blenderdan geçirin.
  3. Brokoli ve Havuç Püresi: Akşam yemeği için tercih edilebilecek bu tarif, A ve C vitamini bakımından zengindir. 1 adet havuç ve 1 adet brokoliyi haşladıktan sonra blendera atın. Ardından 1 yemek kaşığı zeytinyağı ve biraz tuz ekleyin ve karıştırın.
  4. Elma ve Tarçın Püresi: Atıştırmalık olarak tercih edilebilecek bu tarif, lif bakımından zengindir ve tatlı ihtiyacını karşılar. 1 adet elmayı haşladıktan sonra blendera atın. 1 çay kaşığı tarçın ve biraz su ekleyin ve karıştırın.
  5. Yoğurtlu ve Muzlu Smoothie: Protein tozu ekleyerek daha da yüksek proteinli hale getirebileceğiniz bu tarif, günün herhangi bir saatinde tercih edilebilir. 1 adet muz, 1 su bardağı yoğurt, 1 yemek kaşığı bal ve 1 yemek kaşığı protein tozu ekleyin ve blenderda karıştırın.

Bu tarifler genellikle herkes tarafından tolere edilir ancak her bireyin toleransı farklı olabileceğinden dolayı, tarifleri uygularken kendinizi dinlemeniz önemlidir. Eğer belirli bir tarif sonrasında mide ağrısı, bulantı veya kusma gibi belirtiler yaşarsanız, bu yiyeceği tüketmeyi durdurun ve doktorunuzla konuşun.

Unutmayın, tüp mide ameliyatı sonrasında, midenizin kapasitesi oldukça azalmıştır. Bu nedenle, küçük porsiyonlar halinde ve yavaşça yemek önemlidir. Ayrıca, yemekler sırasında ve yemekler arasında yeterli miktarda su içmek de önemlidir. Ancak, yemekler sırasında çok fazla su içmek mideyi gereksiz yere doldurabilir, bu yüzden yemeklerden önce ve sonra su içmeye özen gösterin.

]]>
https://www.docdrmuratkanlioz.com/tup-mide-ameliyati-sonrasi-pure-donemi/feed/ 0
Obez Olduğumu Nasıl Anlarım? https://www.docdrmuratkanlioz.com/obez-oldugumu-nasil-anlarim/ https://www.docdrmuratkanlioz.com/obez-oldugumu-nasil-anlarim/#respond Wed, 14 Jun 2023 16:15:46 +0000 https://www.docdrmuratkanlioz.com/?p=3771 Continue reading Obez Olduğumu Nasıl Anlarım?]]> Obezite, vücuttaki yağın aşırı miktarda birikmesi durumunu ifade eder ve genellikle vücut kitle indeksi (VKİ) aracılığıyla ölçülür. VKİ, bir kişinin kilosunu (kilogram cinsinden) ve boyunun karesini (metre cinsinden) oranlayarak hesaplanır. Ancak, obezitenin belirlenmesi sadece VKİ’ye dayalı olmayabilir; bu da diğer faktörlerin de göz önünde bulundurulması gerektiği anlamına gelir.

VKİ’nin nasıl hesaplandığına dair bir örnek vermek gerekirse, 1.75 metre boyunda ve 80 kilogram ağırlığında bir kişi düşünelim. Bu kişinin VKİ’sini hesaplarken, ilk olarak boyun karesini alırız (1.75*1.75=3.0625 m²). Daha sonra kiloyu bu değere böleriz (80/3.0625=26.12 kg/m²). Bu durumda kişinin VKİ değeri yaklaşık 26 kg/m²’dır.

Dünya Sağlık Örgütü’ne göre VKİ değerleri şu şekildedir: 25-29.9 kg/m² arasındaki VKİ değeri fazla kilolu, 30 kg/m² ve üzeri VKİ değeri ise obeziteyi işaret eder. Bu örnekte, kişinin VKİ değeri 26 kg/m² olduğu için fazla kilolu olduğu söylenebilir.

Ancak VKİ, vücut yağını ölçmenin en doğru yol olmayabilir çünkü kas kütlesi ve yağ kütlesi arasındaki farkı ayırt etmez. VKİ’nin sınırlılıkları nedeniyle, vücut yağ yüzdesi ölçümü veya bel çevresi ölçümü gibi diğer yöntemler de obeziteyi belirlemek için kullanılabilir.

Vücut yağ yüzdesi, toplam vücut ağırlığınızın ne kadarının yağdan oluştuğunu belirler. Bu ölçüm, çeşitli araçlar ve yöntemler kullanılarak yapılabilir, ancak genellikle bioelektrik empedans analizi (BIA) veya cilt kıvrımı kalınlığı ölçümü ile yapılır. Bu ölçümler, genellikle bir sağlık profesyoneli tarafından gerçekleştirilir.

Bel çevresi ölçümü, belin en geniş noktasının çevresinin ölçülmesini içerir. Aşırı bel yağlanması, özellikle de karın bölgesinde, tip 2 diyabet, yüksek tansiyon ve kalp hastalığı dahil olmak üzere bir dizi sağlık sorununa işaret edebilir. Genel olarak, erkekler için 102 cm (40 inç) ve üzeri, kadınlar için 88 cm (35 inç) ve üzeri olan bel çevresi değerleri sağlık risklerini artırabilir.

Her ne kadar bu araçlar ve ölçümler obezitenin belirlenmesinde yardımcı olsa da, genel sağlık durumunuzu ve yaşam tarzınızı değerlendirmek de önemlidir. Sağlıklı bir kiloya ulaşmak ve korumak için dengeli ve besleyici bir diyet, düzenli egzersiz, yeterli uyku ve stresi yönetmek önemlidir.

Son olarak, eğer kilonuz konusunda endişeleriniz varsa, bir sağlık profesyoneli ile görüşmek en iyisi olacaktır. Onlar, sizin için en iyi yaklaşımı belirleyebilir ve gerektiğinde özelleştirilmiş bir plan oluşturabilirler.

]]>
https://www.docdrmuratkanlioz.com/obez-oldugumu-nasil-anlarim/feed/ 0
Tüp Mide Ameliyatı Sonrası Kaçak Belirtileri Nelerdir? https://www.docdrmuratkanlioz.com/tup-mide-ameliyati-sonrasi-kacak/ https://www.docdrmuratkanlioz.com/tup-mide-ameliyati-sonrasi-kacak/#respond Tue, 08 Nov 2022 18:41:02 +0000 https://www.docdrmuratkanlioz.com/?p=3576 Continue reading Tüp Mide Ameliyatı Sonrası Kaçak Belirtileri Nelerdir?]]> Tüp mide ameliyatı (sleeve gastrektomi) sonrasında oluşabilecek kaçaklar ciddi komplikasyonlar olabilir ve hemen tıbbi müdahale gerektirir. Aşağıdaki belirtiler bu tür bir durumun göstergesi olabilir:

  1. Şiddetli Karın Ağrısı: Bu, genellikle ameliyat bölgesinde yoğun ağrı şeklinde ortaya çıkar. Ağrı genellikle sürekli olur ve normal ağrı kesicilerle hafifletilemez.
  2. Ateş ve Titreme: Vücut, kaçağın neden olduğu enfeksiyonla savaşmaya çalışırken ateş oluşabilir. Bu genellikle titreme ve terlemeye de yol açabilir.
  3. Halsizlik ve Yorgunluk: Vücut enerjisini enfeksiyonla savaşmak için kullanır, bu da genellikle yorgunluk ve halsizlikle sonuçlanır.
  4. Nefes Alma Güçlüğü: Bu, özellikle ciddi durumlarda görülür ve hemen tıbbi yardım gerektirir.
  5. Hızlı Kalp Atışı: Enfeksiyon nedeniyle vücut sıvı seviyeleri düşer ve kalp daha hızlı atar.
  6. Bulantı ve Kusma: Sindirim sistemi düzgün çalışmadığında bulantı ve kusma oluşabilir.
  7. İştah Kaybı: Sindirim sistemi düzgün çalışmadığı için iştah genellikle azalır.

Yukarıdaki belirtilerin herhangi biri tüp mide ameliyatı sonrasında mevcutsa, hemen tıbbi yardım alınmalıdır. Ancak bu belirtiler diğer tıbbi durumların belirtileri de olabileceğinden, belirtilerin doğru bir şekilde değerlendirilmesi için bir sağlık profesyoneliyle görüşmek çok önemlidir.

Tüp mide ameliyatı sonrası kaçak var ise ne yapılmalı?

Tüp mide ameliyatı sonrasında oluşabilecek bir kaçak ciddi bir komplikasyondur ve acil tıbbi müdahale gerektirir. Kaçak belirtisi hissedildiğinde aşağıdaki adımlar izlenmelidir:

  1. Hemen Doktorunuzu Bilgilendirin: Şüphelenilen bir kaçak durumunda, ilk yapılması gereken şey doktorunuzu veya sağlık hizmetleri sağlayıcınızı hemen bilgilendirmektir.
  2. Acil Tıbbi Yardım Alın: Belirtiler ciddi ise veya hızla kötüleşiyorsa, hemen bir acil servise başvurun.

Kaçağın tedavisi genellikle duruma bağlıdır. Hafif durumlarda, hastaya antibiyotik verilebilir ve beslenmesi sıvı diyetle sınırlandırılabilir. Ciddi durumlarda ise, cerrahi müdahale gerekebilir.

Bu, genellikle endoskopik bir prosedürle yapılır, bu sırada doktor kaçağı kapatarak veya bir stent yerleştirerek mideyi “tamir” eder. Daha nadir durumlardaysa, açık bir operasyon gerekebilir.

Yukarıda belirtilen her durum, tıbbi profesyonellerin gözetiminde gerçekleştirilmelidir. Kendi başınıza tedavi girişiminde bulunmamalısınız, çünkü bu daha ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir. Tüm bu tedavi seçenekleri, hastanın durumuna ve kaçağın şiddetine bağlı olarak doktor tarafından değerlendirilir. Bu nedenle, her türlü belirti ve şüphe durumunda bir sağlık profesyoneli ile iletişime geçmek çok önemlidir.

]]>
https://www.docdrmuratkanlioz.com/tup-mide-ameliyati-sonrasi-kacak/feed/ 0